“Müslümanların farklı dereceleri olduğu gerçeğini anlayanlar,
İslam toplumlarının durumlarını daha iyi anlayabilirler.”
Çoğu defa Müslümanların hallerine ve yaşadıkları ülkelere bakınca günümüz insanı şüpheye düşmektedir. Madem ki İslam son ve en mükemmel dindir. Neden Müslümanların yaşadıkları ülkeler geri kalmışlar arasında geçmektedir. Bu soruya cevap bulabilmek için Müslümanlar olarak otokritik/nefis muhasebesi yapmak durumundayız. Bunu yaptığımızda karşımıza çıkan durumu şöyle irdeleyebiliriz.
Müslüman kimliğinin kapsamı bir hayli geniştir. Kelime-i şehadeti dil ile ikrar edip kalp ile tasdik eden bu kimliğe sahiptir. Ancak bütün müslümanları tutum ve davranışları açısından aynı kategoride ele almak pratikte mümkün değildir. Nitekim Allah, inananları, tutum ve davranışlarına göre Fâtır Suresi 32. âyette bir sıralamaya tabi tutmaktadır; kendine yazık edenler, orta halliler ve hayırda öne geçenler. Buna göre kul günah işlediği zaman kendine zulmederek yazık etmiş olur. Tövbe edip iyi işlere yöneldiğinde orta yolu bulur. İbadet ve gayreti çok olup hayırlı amellere devam ettiği sürece de yarışanlar sınıfına girer.[1] Müslüman topluluklar “Biz Müslümanlığın neresindeyiz? Sorusuna cevap bulabildiklerinde, meselenin boyutları netleşebilecektir.
Bir dinin mensupları hem özel, hem sosyal hayatlarında dinlerinin gereklerini değişik derecelerde göz önünde tutar ve uygularlar.[2] Kişilerin birbirine üstünlükleri, yaptıkları işleri ve bıraktıkları eserlerle ölçülür. Hepsinin aynı verimlilikte olamayacağı için, bir dine inanmış fertlerin tümünün aynı olgunluğa ulaşmasına imkan yoktur. Çünkü her insanın mizacı, bilgisi, görgüsü, aklı ve idraki ayrı ayrıdır ve her biri bu istikamette hareket eder.[3] “Herkesin yaptıkları işlere göre dereceleri vardır. Rabb’in onların yaptıklarından habersiz değildir”[4] ayeti de bu duruma işaret etmektedir.
Manevi ve psikolojik bütünlüğü geliştirmiş olmak, olgun mü’minliğin asgari şartıdır. Kur’ân, bütün müslümanların yegane düsturu olmak durumundadır. Aksi halde ferdî ve toplumsal boyuttaki problemlerin sonunun gelmesi imkansızdır. İslam ahlâkı, dinin ölçüsüdür ve bir kimsenin dindarlığındaki derecesi, ahlâkının güzelliğiyle orantılıdır. Ahlaksız kimse, dindar olamayacağı gibi iyi bir mü’min de olamaz. İslam’ın bütün prensipleri insanlığın huzur, mutluluk ve felahına yöneliktir. Fakat İslâm’ın bugünkü temsilcisi durumunda olan müslümanlar, bu güzellikleri pratik hayata aktarmanın hangi noktasındalar, bu tartışılabilir.
Bütün inananların, aynı seviyede bir dini kişilik ortaya koyması söz konusu olmayabilir. Farklı dindar kişilik tiplerini, günlük hayatta görmek mümkündür. Dini kimlik ve kişilik sahibi insan, kendi hayatını benimseyerek, manevi hayatın prensiplerine uydurur ve ona göre hareket eder.[5] Akıl ve iradesini kullanarak bu seviyeye çıkamayan kişi, ilâhî yardımdan pay alamaz.
Müslümanların dereceleri tasnifini yapmamıza birinci dayanak ayet-i kerime şöyledir; “Sonra Kitab’ı, kullarımız arasından seçtiklerimize verdik. Onlardan (insanlardan) kimi kendisine zulmederek yazık eder, kimi orta davranır, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçmek için yarışır. İşte büyük fazilet budur.”[6] Dikkat edilirse burada kitap verilen kullar umumidir, bütün müminleri kapsamaktadır. Onlardan bir kısmı bu emanete riayet etmeyerek, kitaba ihanet etmek suretiyle kendilerine yazık etmektedirler. Kimi orta yollu davranır. Elinden gelen gayretin bir kısmını göstermekle beraber, bazen tembelleşebilir. Bir kısmı da hayırda daha da ilerleyebilmek için devamlı çaba içindedir. Müslümanlar ancak bu sınıfta olmak için gayret ederlerse yükselebilirler.
[1] Bursevî, Ruhu’l-Beyân, c. 7, s. 348.
[2] Eroğlu, Davranış Bilimleri, s. 97.
[3] Bkz. Mahir İz, Din ve Cemiyet, Kitabevi, İstanbul, 1990, s. 13; Kur’ân, İsrâ (17): 84; “De ki: “Herkes kendi uyarına, temayülüne göre hareket ediyor. O halde kimin en doğru yolda olduğunu Rabbiniz daha iyi bilir. ”
[4] Kur’ân, En’âm (6): 132.
[5] Çamdibi, Din Eğitiminin Temel Meseleleri, s. 18
[6] Kur’ân, Fâtır (35): 32