İnsanlık her devirde bir arayış içinde olmuştur. Bazen huzur ve mutluluğu, bazen bağımsızlığı, bazen parayı, bazen sevgiyi… Bu arayış tarihin her devrinde bir şekilde devam etmiştir. Bazı insanlar aradıklarını bulmuş, bazılarının hayatı bulamadan son bulmuştur.
Günümüzdeki arayışlar biraz daha çeşitlenmiş ve farklılaşmıştır. Kimi kahvehane köşelerinde arar olmuş kaybettiklerini… Kimi eğlence âlemlerinde… Kimi fanatiklik ile içinde kaybettiği şeyleri yanlış yerde arar olmuş… Kimi sanal âlemde ruh arkadaşını ararken ağlara takılıp kalmakta… Kimileri ömrünün büyük bir kısmını ekran karşısında geçirmekte… Herkesin kendine göre bir alışkanlığı ve bağımlılığı var bu noktada…
Ama garip bir durum var ki; aradığını bulan mutlu değil, bulamayan mutlu değil… Zengini memnun değil hayatından, fakiri memnun değil… Makam sahibi huzurlu değil, idare edileni mutlu değil… Evlisi mutlu değil, bekârı huzurlu değil…
Bilim adamları ve filozoflar hep bu mutluluğu aramışlar. Aslında ilk insandan itibaren Allah, Peygamberleri ve kitapları ile bu huzur yolunu insanlara göstermiştir. Ama insanlığa nefis ve şeytanın yolu daha cazip gelmiş, insanlar içlerinde kaybettikleri huzur ve mutluluğu yanlış yerlerde arar olduklarından bir türlü bulamamışlardır.
Huzur ve mutluluk, bir hissediş, tatlı bir heyecan, Allah’ın kullarının kalbine indirdiği sükûnet ve memnuniyet halidir. Bu seviyeye erişen kul hayatından memnundur. Aşırı bir beklentisi ve huzursuzluğu yoktur.
İşte Rabbimiz bu huzur ve mutluluğu; “Onlar ki, inanmışlar ve Allah’ı anmakla kalpleri huzur ve doyum bulmuştur; çünkü bilin ki, kalpler gerçekten de ancak Allah’ı anarak huzura erişir” (Ra’d, 13/28). Ayetiyle bizlere haber vermektedir. Hakiki mutluluk, Allah’a teslim olup O’nun yolundan gitmekle bulunur. Kalplerin gıdası zikrullahdır. İnsanlık aradığı huzur ve mutluluğu ancak ruha hakiki gıdasını vererek bulabilir.