DÜŞÜNCE ve DAVRANIŞ

Hayat ve davranışlarımız, farkında olduğumuz veya olmadığımız düşüncelerimize göre şekillenir. Dolayısıyla kişilerin davranışlarını anlayıp değerlendirebilmek için, düşünce yapılarını bilmek gerekir. Çünkü, insanın davranış ve tasarrufları, fikirlerinin bir sonucudur ve her fikrin davranışa dönüşen belli bir yönü vardır.[1] Düşünceler, arzuyu harekete geçirir, arzu da azmi harekete getirir. Azim ve niyet ise, azaları hareket ettirir, böylece davranış meydana gelmiş olur. Dolayısıyla, davranış birçok unsurun bir neticesi olarak meydana gelir.[2] Farklı düşünce, farklı niyet ve farklı amaçlar eyleme dönüşünce; farklı davranışlar ortaya çıkmış demektir. Çünkü insanı düşünce, hayal etme ve davranışlar yönetir.[3] Ancak sadece akla bağlı kalarak düşünmek ve hayatın sırlarını anlamaya çalışmak, hayatı zindana çevirebilir.[4] Bu noktada, doğru ve gerçekçi bir karar verebilmek için farklı bilgi, anlayış ve yaklaşımlara ihtiyaç olabilir.

İnsanın dayanak noktası olan fikirleri ve davranışları, şahsiyetinin oluşması için önemli bir fonksiyon icra eder.[5] İnsan her davranışını, bir sebebe istinat ettirerek makul hale getirir. Bu hususu, Kur’an’da ehl-i kitabın emaneti ödeyip ödememek noktasındaki davranış tahliliyle ilgili olarak zikredilen “Kitap ehli arasında kantarla emanet bıraksan; onu sana ödeyen ve bir lira emanet etsen, tepesine dikilmedikçe onu sana ödemeyen vardır. Bunun sebebi, onların ‘Kitap ile ilgisi olmayan bu halk hakkında ne yaparsak mübahtır, ondan dolayı sorumlu olmayız’ demeleri ve o düşünceye sahip olmalarıdır”[6] ayetinde görmek mümkündür.

Düşüncenin davranışların şekillenmesinde önemli yeri olduğu böylelikle anlaşılmaktadır. Düşünce, ne kadar çok boyutlu olursa; ortaya çıkan davranış da o kadar seviyeli ve hatasız demektir. Yeterince düşünmeden ve hesap edilmeden ortaya konulan fevri davranışlar, birçok problemi de beraberinde getirir. Fikir yürütmeyi öğrenmek ve mantıklı düşünme belli bir mümareseden/sürekli deneyimden sonra alışkanlık haline gelerek kolaylaşır. Dolayısıyla, düşünmeyi geliştirmek ve derinleştirmek çocukluk yıllarından itibaren gerekli bir süreçtir. Benliğimizin derinliklerinde bulunan ve derin düşünceyle ulaşılan nefsin üst alemle ilgili cephesinin idrâkine de “basiret” denilmektedir. Basiretin gelişmesi; ilim, adalet, temizlik ve tefekkürle mümkündür.[7] Düşünce harekete geçtiğinde ise, mutlaka kesin sonuçlara ve doğru bilgiye ulaşılacaktır. Bunun için ne gerekiyorsa yapılmalıdır.

Belli bir amacı göz önünde tutmaksızın; herhangi bir şeyi düşünmemiz ya da herhangi bir faaliyette bulunmamız mümkün değildir.[8] İnsanların davranışlarında, rasgele ortaya çıkmış gibi görünen farklılıklar, aslında düşünce tarzlarında gözlenebilen bazı temel farkların mantıkî sonuçları olabilir. İnsanlar, genellikle bazı kararları düşünerek, bazılarını ise duygusal nedenlerle aldıklarını ve benzer şartlarda bile bu iki yöntemin farklı sonuçlara yol açtığını bilirler. Her insan, farklı şartlarda bunlardan birini diğerinden daha çok benimsemekte ve güvenmektedir. Bir gemide rotayı belirleyecek ve istenen limana ulaştıracak, otoritesi tartışılmaz bir kaptana gereksinim olduğu açıktır. Gemideki herkes, dümeni istediği rotaya çevirirse; hiçbir yere varılamaz. Aynı şekilde, insanlar da karar verirken yönlendirici bir etkene gerek duyarlar.[9]

Düşünce ve bir davranış şekli olarak değerlendirilebilecek konuşma arasında da yakın bir ilişki vardır. İnsanlar ne kadar az düşünürlerse, o kadar fazla konuşurlar. Bunun için ‘düşünmeden, dilin çalışmaya başlamasın’ denilmiştir. İslâm, düşünce ve hayat açısından varlığın bütün yönleriyle yakından ilgilenmektedir. İnanan insanın, inancıyla davranışları arasında uyum yoksa, onun düşünce yapısının sorgulanması gerekiyor demektir. Bu sorgulama, gerekirse genişletilmeli, yeryüzündeki düşünce yapılarını ve bu yapıların ortaya çıkardığı sistemleri de kapsamalıdır. Bu açıdan bakıldığında toplumların, filozoflar ve düşünürler üzerinde; filozof ve düşünürlerin de toplumları ve yaşadıkları dönemler/çağlar üzerinde karşılıklı etkilerinin olduğu görülecektir.

Davranışları kontrol edip dengede tutabilmek ve olgunlaştırabilmek için, düşünce ve hayat tarzlarının ıslah edilmesi gerekmektedir. İnsanın daha sonra pişman olacağı davranışlarda bulunmaması için, her davranışını düşünerek ortaya koyması gerekmektedir. Düşünen insan, yapacağı hareketin keyfiyetini, hedefini, gayesini, niçinini araştırır, değerlendirir; inanç ve değerleriyle çelişmiyorsa yapar, aksi halde ondan vazgeçer. Düşünmeyen insan, bilgi üretme zahmetine katlanmak istemiyor demektir. Onun bir alışkanlık ve refleksi vardır, ona göre davranır. Başkalarını körü körüne taklit, büyük ölçüde düşünmeden yapılan davranışlardan kaynaklanmaktadır. Bu taklit; yeme-içme, okuma-anlama, giyinme vs. gibi sahalarda da kendisini göstermektedir.

İnsanın gizli bir kabiliyeti olan düşünmenin okulu ve medeniyeti yoktur. Birçok insan bu kabiliyetini en üst düzeyde kullanırken bazı insanlar da bu yeteneklerini kullanmazlar, kullanılmayan aletin de paslanacağı tabiîdir. Bazı durumlarda bu paslar, şok olaylarla çözülebilir; böylece insan fıtratında barındırdığı bu kabiliyetine tekrar kavuşmuş olur. Her düşünce, dil yoluyla ifade edilmez; bazıları göze ve diğer alıcılara hitap eden nesne veya davranış olarak ortaya çıkabilir.[10] Ancak düşüncelerin kalıplara döküldüğü sözler ve kullanılan dil, beşeri münasebetlerde çok önemlidir. Aynı zamanda bir anlaşma ve uzlaşma aracı olan dil, en iyi ikna ve iletişim vasıtalarından biridir. Muhatap ile ilişki ve davranışlarımız, kullanılan dil ve diyalogun yapısına göre şekillenir.

Kişinin sahip olduğu bilgi ve düşünce onun karakterini şekillendirir. Bu karakter de büyük çapta onun eylem ve davranışlarını yönlendiren bir unsur haline gelir. Düşüncesizliğin meydana getirdiği yanılgı kadar büyük bir zulüm yoktur. İnsan, yaptığı davranışların sonunu düşünmemekle kendisine bir zindan hazırlamaktadır. Böylelikle insan cehennemini dünyada, aklı bir tarafa atıp sorumsuz davranışlarla oluşturmaktadır. Aynı zamanda insan algıladığı objelerin birer modelini zihninde muhafaza edebilen ve onlara göre bir hüküm verebilen varlıktır. Dolayısıyla insan duyularıyla bir şey algıladığı zaman bunun kalpte izi kalır.[11] Düşünmemek için, eğlence, uyuşturucu, kumar gibi kötü alışkanlıklara başvuran tipler, aslında kendilerine en büyük kötülüğü yapmaktadırlar. Bilinmeyen şeyin ardına takılma, Kur’an’ın şiddetle eleştirdiği bir durumdur. Bu noktada ayet, insanın sorumluluğunu hatırlatarak dikkatli davranması gerektiğini vurgulamaktadır. “Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.”[12] Bilgi ile kalp ve davranış arasında sıkı bir ilişki vardır. Çünkü psikolojik hayatın merkezi kalptir. Kalp; akıl, nefis ve şeytandan gelen etkiler çerçevesinde bir davranış ortaya koyar.[13] Bilgiyi doğuran ve bilgi âlemi ile bağ kuran akıl, hakikate uzanan, insanı Allah’a bağlayan bir kudrettir. Aklın hazmedemediği bir bilgi veya düşüncenin, insanın ruhuna gıda olması mümkün değildir. Akıl, yanlış davranışların, nefsin ve kötü arzuların kontrol altına alınmasını ve onların disipline edilmesini temin edecek bir potansiyele sahiptirr. Durdurmak manasına da gelen akıl, nefsi ve şeytanı engelleyen ve durduran faaliyettir. Kontrol edilebilen ve yerinde kullanılabilen akıl, insanın zihnine seviye kazandırır. İnsanın psikolojik yapısını düzenler, insanlarla ilişkilerine bir şekil ve düzen verir.[14]

Kişi kendi davranışını hoş görür. Kötü ve hatalı bir davranış yapan insanın bile kendine göre gerekçeleri vardır. Ama bunlar dinî ve ahlakî olmadıkça bir anlam ifade etmez. Bu duruma Kur’ân’ın şu ayeti işaret etmektedir. “Kötü işleri kendilerine güzel göründü.”[15] Nitekim suç işleyen kişiler dahi kendilerine göre bir gerekçeye sahiptirler. Psikolojideki aklileştirme süreci bu anlamda dikkate ve incelemeye değerdir.

İnsanın gelişimi, değişimi, kalitesini temin edip davranışları olgunlaştıran merkezlerden biri de kalptir. Değişme manasına da gelen kalbin, âyetlerde bir hal içinde durmadığı, belli etkilere açık olduğu ve bu etkilere göre eylemlerde bulunduğuna dikkat çekilmektedir.[16] Kalbin nurlanması ve aydınlanması ise, kendisinde bulundurduğu hata, isyan ve günah kirlerinden temizlendikten sonra ibadet ve salih amellerle mümkündür.[17]

Tedebbür ve derinlemesine düşünme vicdanı geliştirir, şuuru canlandırır, manevî güzelliklerden zevk alma hassasını güçlendirir. Ancak ruhî istikrara kavuşmuş fertler, normal davranışlara sahip olurlar. O halde önemli olan, ruh gerçeğini idrak edip, ruh dünyasının huzura kavuşmasını sağlamak ve böylece ruh dengesini gerçekleştirmektir. Dengeli davranışlar ancak, insan tabiatına ters düşmeyen bir eğitim ve ruhu huzura kavuşturan bir hayat sistemiyle mümkün olabilir. Kişinin, kültüre, evrene, hayata ve kendine karşı konumunu belirleyecek olan aklıdır. Nefs, kalpten bağımsız olarak bir davranışı otomatik olarak gerçekleştiremez.[18] Peygamberler tarih boyunca insanları huzura ve hakiki mutlu hayata davet etmişlerdir. “Ey inananlar! Allah ve Peygamber, sizi, hayat verecek şeye çağırdığı zaman icabet edin. Allah’ın kişi ile kalbi arasına girdiğini ve sonunda O’nun katında toplanacağınızı bilin.”[19] Bu ayette dikkati çeken hususlardan biri, dinin insana gerçek hayatı ve mutluluğu yaşatacak potansiyele sahip olmasına yapılan vurgudur. Diğer bir husus ise, kişi ile kalbi arasına bazı unsurların girebilecek olmasıdır. Bu noktada inanan kişi uyanık olmak durumundadır. Bu noktaya dikkat çeken bir başka ayette “Kalbini, bizi anmaktan gafil kıldığımız, nefsinin kötü arzusuna uymuş ve işi hep aşırılık olan kimseye uyma”[20] buyurulmaktadır. Demek ki, dini işlerde itaat edilecek kişide aranacak önemli özelliklerden biri de yaptığı işlerde Allah’ı zikredip hatırlamaktan gafil olmamasıdır.

İnsan aktif, yapıp-eden bir varlıktır ve insanın davranışlarını gerçekleştirmesi, değerlerle irtibatlıdır. İnsan ancak bir değer kaynağına ve bir değer duygusuna dayanarak, istediklerini gerçekleştirebilir. İnsanoğlunun hareket, davranış ve başarılarını meydana getiren yalnız gereksinme, yarar ve maddesel çıkar değildir. İnsan başarısı, böyle sığ görüşlerle açıklanamaz. Çünkü insan başarısı ortaklaşa bir çalışma ve didinmenin ürünüdür. İnsanın hiçbir başarısı, diğer insanların başarılarına dayanmadan, onun mazisi, tarihi, değer duygusu ve görüş tarzı olmadan açıklanamaz.[21]

İnsanoğlunun her anı birbirine uymaz. Onun iç dünyasında da iniş ve çıkışlar söz konusudur. Bu bazı eserlerde kabz ve bast hali olarak ifade edilmektedir. Kendi bütünlüğü içinde bir sisteme sahip olan insanın ruh dünyası, huzura kavuşmazsa, davranışlarında bozukluklar meydana gelmektedir. Bazı dengesiz tiplerde bu tür davranışları sık görmek mümkündür. Psikolojik saha, ferdin yaşantıları ile aynı şey değildir ve bu sahadaki istikrarsızlıklar gerginlikler meydana getirir.[22] Davranışta bulunurken bize hakim olan şey bilgiden ziyade duygudur.[23] Beş duyunun birleştiği ruh dediğimiz idrak merkezinin de, davranışlar üzerinde ciddi etkisi söz konusudur. İnsanın derununda meydana gelen her sıfat, tesirini uzuvlarda da göstererek, onları kendisine uygun tarzda davranışa sürükler; uzuvların yaptığı her davranış da vicdanda bir etki meydana getirmektedir. Allah, kulun her davranışından haberdardır.[24] Bu bilgi insanı, daimi bir iç muhasebesine götürecektir. Kötü alışkanlıklar ve günahlar, siyah bir tabaka şeklinde kalp aynasını karartarak ilahî nûru ve fıtratın özelliklerini aksettirmez olur. Bu duruma gelen kalp Kur’ân’ın ifadesiyle mühürlenmiş olup sıhhatli düşünme melekesini kaybetmiştir. “Hayır! Doğrusu onların işleyip kazandıkları şeyler, kalplerinin üzerinde pas olmuştur”[25] ayeti bu durumu beyan etmektedir.

Bilinç, kaliteli ve mükemmel davranışın en önemli dinamiğini oluşturmaktadır. Bu hususa “Ey iman edenler, Allah’tan nasıl sakınmak gerekirse, öyle sakınınız!”[26] ayetinde işaret vardır. Buradaki ‘nasıl sakınılması gerekirse’ ifadesi, bu işi bilinçli olarak yapmak gerektiğine işaret etmektedir. Allah’a karşı nasıl davranacağının bilincinde olmak, mükemmel mümin olmanın asgari şartıdır. Bilinçlenmiş kişilerin sayısı arttıkça, toplum daha bilinçli algılayıp, düşünüp, daha şuurlu davranmaya başlar. İnsanın bilinci donanıp zenginleşince, algılaması da gelişir. Algılaması zenginleşen kişi otomatik davranışlardan vazgeçerek, daha çok yönlü düşünmeye başlar, böylece davranışlarını daha seviyeli bir planlama içinde gerçekleştirir.[27]

Şuur; insanın, içinden gelen ruhî olaylar hakkında bilgi edinmesi ve bu ruhî olayların farkına varmasıdır. Şuurlu insan, yaptığının farkında olan ve yaptığını bilerek yapan insandır.[28] Kişinin farkında olmadığı davranışları çoktur. Farkına varılmadan yapılan davranışların sayısının azalması kişinin kalitesini yükseltir. Bazı davranışların başkaları tarafından olumsuz sonuçlar doğurabileceğini kişi çok defa fark edemez. Kişi herhangi bir davranış öncesi, durum ve konuyla ilgili olarak bilgisiz, yanlış bilgi sahibi veya yanlış sezgi sahibi olabilir.[29] Bu durumda ortaya koyacağı tavır da tabiî olarak hatalı olabilir ve bu durum herkes için geçerlidir. Bu anlamda hatasız insan nerdeyse yok gibidir. Hatalar yapılabilir. Önemli olan hatada ısrar etmemek ve ortamı gerginleştirmemektir. Gerginlikler, sivrisineklerin sazlıkları gibi, devamlı gerginlik ve problem üretecek atmosferlerdir. Hata sonrası özür ve af dileyebilmek, kişinin kalitesini ortaya koyacak kriterlerdendir. Bir de refleks sonucu gerçekleşen, toplumsal değeri olmayan davranışlar vardır ki, bizim araştırmamızın haricinde kalmaktadır. Bu noktada hatalı ve gayr-i ahlakî davranışların, insanlar arası iletişimi olumsuz yönde etkileyeceğinden sağlıklı düşünmeyi engelleyerek şuuru da körelteceğine işaret etmek yerinde olacaktır.[30]

Davranışı şuurdan ayrı düşünmek, insanı ruhsuz bir makine gibi kabul etmek olur.[31] İnsan çevresini algılarken seçicidir; yalnızca seçtiklerini görür, diğerleri algı alanının dışında kalır.[32] Bir kişinin herhangi bir andaki algı, düşünce ve duyguları o kişinin bilincini oluşturur. Kişinin dikkatini çeken nesne ve olaylar farkındalığın merkezinde yer alır, ancak yalnızca belli belirsiz farkında olduğumuz uyaranlar da bilince kaydedilebilir.[33]

Duygular da davranış açısından fevkalade öneme sahiptir. Ancak bazı belirsiz duygular, bazen şahsiyetin bütün kesimlerine yayılarak davranışları etkileyebilirler. Dolayısıyla, bütün duygu ve davranışları rasyonel bir şekilde açıklamak bazen mümkün olmayabilir.[34] Bu türlü bilinçsiz güdüler söz konusu olduğu zaman gerilim hallerinin bilinçte karşılıkları bulunmaz.[35] Duygu eğitimi ve kontrolü, bu açıdan çok dikkate alınmalıdır. İnsanların duygularını anlamak gerçekten zordur.[36] Ancak belli bir donanıma sahip olanlar, mesela gözlerin gönlün penceresi olduğunun farkında olarak belli tahminlerde bulunabilirler.[37] Çünkü gözler yalan söylemez. Beden dili ve yüz ifadelerinin okunması da bu konuda etkilidir.

Kişi, öncelikle kendisine karşı dürüst olmalıdır. Aksi halde başkalarına karşı dürüst olması zaten beklenemez. İnsanlar, kendi gerçeklikleri üzerinde yoğunlaşmaktan genellikle kaçınırlar. Ancak bu her zaman mümkün olmayabilir. Çünkü kendi gerçekliğiyle yüzleşebilmek güçlü bir kişiliğe ihtiyaç duyar. Kişinin kendi varlığının farkındalığından kaçınıyor olması ciddi bir problemin habercisi olabilir. Bazı insanlar, uyuşturucuyla kendi kapasitelerine engel olurlar ve gerçeklerden kaçmaya çalışırlar. Kişinin kendisinden kaçışının son noktası olabilecek intihar bu problemin boyutlarını göstermesi açısından dikkat çekicidir.[38] Her şeyde olduğu gibi bu noktada da Allah’ın emir ve iradesine teslimiyet, insanların kendi iradelerine karşı bağımsızlığını ilan etmesinin başlangıcı olabilir. İrade, her özel fiilin sebeplendirilmesinde bütün kişiliğin işe karıştırılmasıyla aynı anlama gelmektedir.[39]


[1] Said, Değişmenin Yasaları, s. 80.

[2] Homans, Social Behavior, s. 12; Bayraklı, Kur’an’da Değişim, s. 99.

[3] Benzer yaklaşım için bkz. Morris, Gerçek Başarı, s. 87, 165.

[4] Benzer yaklaşım için bkz. Wilcox, Sufizm ve Psikoloji, s. 10.

[5] Gabbudî, Üsüsü Binai’ş-Şahsıyyeti, s. 60.

[6] Kur’ân, Âl-i İmrân (3): 75.

[7] Çamdibi, Din Eğitiminin Temel Meseleleri, s. 25-28; Kur’ân, Enâm (6): 104; Arâf (7): 203.

[8] Adler, İnsanı Tanıma Sanatı, s. 293.

[9] Myers, Kişilik, s. 23, 26, 35.

[10] Atkinson, Psikolojiye Giriş, c.1, s. 390.

[11] Hökelekli, Din Psikolojisi, s. 41.

[12] Kur’ân, İsrâ (17): 36.

[13] Hökelekli, Din Psikolojisi, s. 29.

[14] Bayraklı, Kur’an’da Değişim, s. 46.

[15] Kur’ân, Tevbe, (9): 37.

[16] Bkz. Kur’ân, En’âm (6): 110; Bayraklı, Kur’an’da Değişim, s. 92.

[17] Çamdibi, Din Eğitiminin Temel Meseleleri, s. 14.

[18] Hökelekli, Din Psikolojisi, s. 30.

[19] Kur’ân, Enfâl (8): 24.

[20] Kur’ân, Kehf (18): 28.

[21] Mengüşoğlu, İnsan Felsefesi, s. 97, 102, 277, 273.

[22] Kresh, Sosyal Psikoloji, s. 56, 58.

[23] Güngör, Ahlâk Psikolojisi ve Sosyal Ahlâk, s. 39.

[24] Kur’ân, Al-i İmran (3): 29, “İçinizde olanı gizleseniz de açıklasanız da Allah onu bilir. Göklerde olanları da, yerde olanları da bilir. Allah her şeye Kadir’dir de.”

[25] Kur’ân, Mutaffifîn (83): 14.

[26] Kur’ân, Al-i İmrân (3): 102.

[27] Cüceloğlu, Savaşçı, s. 162.

[28] Celâl Kırca, Kur’an ve İnsan, Marifet Yayınları, İstanbul, 1996, s. 23.

[29] Homans, Social Behavior, s. 48.

[30] Necip Fazıl Kısakürek, Rapor-10-13, B.D.Y., İstanbul, 1993, s. 135.

[31] Hökelekli, Din Psikolojisi, s. 2.

[32] Geçtan, İnsan Olmak, s. 7.

[33] Atkinson, Psikolojiye Giriş, c.1 s. 261.

[34] Homans, Social Behavior, s. 46.

[35] Kresh, Sosyal Psikoloji, s. 46, 54.

[36] Cüceloğlu, Yeniden İnsan İnsana, s. 33.

[37] Brehm, Social Psychology, s. 88.

[38] Brehm, Social Psychology, s. 60, 62, 65.

[39] Paul Guillaume, Psikoloji, çev.R. Şemin, İstanbul, 1970, s. 225.

Bir yanıt yazın