Bilgi-Düşünce-Niyet ve Davranış

Bilgi, bilen kimsenin zihninde bilinen şeye tamamen uyan bir tasavvurun hasıl olmasıdır.[1] Bilgiyi elde etme ve değerlendirme vasıtası olan akıl, gönül ülkesindeki iktidarını, ancak düşünce ve bilginin gücü ile sürdürebilir. Dolayısıyla aklımızı, tutum ve davranışlarımızı iyi yönetmesi; bedenimizi de, olumlu hedef ve gayelere hizmet etmesi için kullanmalıyız. İnsanlar; uzaya, dünyaya, yakın çevrelerine, kendilerine ilişkin oluşturdukları düşüncelerin ve enformasyonun bir bölümünü inanç, bir bölümünü de bilgi biçiminde hafızalarında depolayarak günlük hayatta kullanırlar.[2] Bilgi sayesinde insan, içinde yaşadığı dünyaya bir anlam yükler ve o insanın dışındaki hiçbir canlı, onun yaşadıklarının ne anlama geldiğini tam olarak kavrayıp yorumlayamaz.[3] İnsan zekası, doğuştan gelen, yani sonradan kazanılmamış olan bir yetenektir. Bu yetenek, ne kadar iyi kullanılırsa; o kadar gelişir ve kişinin tutum ve davranışlarını olgunlaştırır. İnsanın zekâsı, bilgi ve tecrübesi geliştikçe, onun ahlâkî yargılarında hesaba kattığı faktörler de artmaktadır. Böylelikle yetişkin insan, tecrübesi ve olgunluğu ölçüsünde “çok yanlı” düşünebilmektedir.[4] Bu kapsamlı düşünce de, onun tutum ve davranışlarını olgunlaştırabilecek bir potansiyeli kendisinde bulundurmaktadır.

İnsan tutum ve davranışlarında gerçek olgunluk ve kaliteyi yakalamak isteyenler, eğitime önem vererek insanın düşünme kapasitesini geliştirmeye çalışmalıdırlar. Düşünce üretemeyen, meselelerin özüne inemeyen ve kabuğunu kırıp dışarı çıkamayan akıl, zihni kansere çevirmektedir.[5] Maddi çıkar hesapları ve basit duyularımız, bizi âdeta hapsediyor; idrâkimizi daraltarak gerçekleri görmemizi engellemektedir. İnsanın manevi yönünü oluşturan şuur ise, duyuların dar kalıplarını aşma kapasitesini de ihtiva eder. Çünkü şuur, duyuları idrâk eden ve onları aşabilen, duyuların yetersizliğine inanan bir iç idrâk durumundadır.[6] Bundan dolayı şuurunu kullanamayan sefihler, akıllılardan pek az şey öğrenirler; ama basiret sahibi akıllılar, sefihlerden çok şey öğrenirler. Nitekim olgunluğa erişenlerden birisi, ‘edebi edepsizlerden öğrendim’ demiştir. İnsanı süfliliğe sevk eden içgüdüler, arzular, istekler, kabiliyetler ve duygular, akıl denen Allah’ın en büyük kanunu ile bitiştirilip bir bütün haline gelmeli ve onun kontrolünde çalıştırılmalıdır.[7]

Kur’ân’da mutlak ilmin Allah’a mahsus olduğu[8], insan bilgisinin de bu kaynaktan çıktığı belirtilmiştir.[9] Yine Kur’ân’da insan bilgisinin kendi göreselliği (izafiliği) içinde birtakım derecelere ayrılabileceğine de işaret edilmiştir.[10] Düşünce iyi kullanılıp harekete geçilince, mutlaka delilli, kesin sonuçlara ve doğru çizgiye ulaşılacaktır.[11]

İnsanların, değişik nedenlerle başkalarından enformasyon elde etme eğiliminde oldukları bilinmektedir.[12] Ancak insan, bu kısa hayat zarfında bütün ilimleri kavrayamaz. Çünkü, küllî hakikat açısından ele alındığı takdirde; bilgilerimiz nisbîdir, eşyanın hakikatine vakıf olmak, çok derinlemesine araştırmaları gerektirir. Buna rağmen, tamamen çözülemeyecek bazı sırların kalması da muhtemeldir. Allah’dan gayrı hiçbir kimse hakikatleri tam olarak bilemez. Filozofların bildiği, evliyanın bilgisine nispetle bir denizin damlası mesabesindedir. Evliyanın bildiği de peygamberlerin bilgisine nazaran aynıdır.[13] “Her bilgi sahibinin üstünde her şeyi bilen (Allah) vardır.”[14]

Öz, söz ve davranış arasındaki tutarsızlıklar, insanlarda büyük kuşku ve ümitsizliklere, giderek de başka arayışlara yol açabilir.[15] Doğruları bilip öğüt verdikleri halde, verdikleri öğüde uygun davranmayan insanlar Kur’ân’da şöyle uyarılır; “Sizler Kitab’ı okuyup gerçekleri bildiğiniz halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz?”[16] Bu ayet dilimizde ‘Ele verir öğüdü, kendi kırar söğüdü’ eleştirel deyimiyle ifadesini bulmuştur. Yani bilhassa örneklik ve tebliğ makamındaki kişilerin söz ve davranış uyumu, etkili olmak açısından çok önemlidir.

Bilgi, düşünce ve davranış arasında ahenk kuramayan insan, çelişki ve ikilemden kurtulamaz. Gerçek ve kapsayıcı bilginin Allah’a ait olduğunun bilinciyle hareket eden insan ise, O’nun direktiflerine uymada tereddüt göstermez.[17]

Bilgi ve onun getireceği mutluluk, insanda bir doyum meydana getirir. Bilgi ve öğrenme insana, hayatı başarılı bir şekilde yaşama avantajı sağlar. Nitekim tarih, insanlığın tecrübe birikimini bünyesinde barındırmaktadır. Hayatın bilgisi, müspet ve olumlu örneklere sahip olduğu gibi, menfî ve olumsuz örnekler de barındırmaktadır. Bütün mesele, insanlığa değerler getiren mutlak bilgi kaynaklarını keşfedebilmek ve bu kaynak ile iman ve akıl gücü arasında sürekli bağlar gerçekleştirmeye çalışmaktır.

Bilmenin en önemli yollarından biri de soru sormaktır. Belki soru sormak, cahili ürkütür, ama Hz. İbrahim örneğinde olduğu gibi[18] müminin imanını kuvvetlendirir, teslimiyetini artırır, imanını pekiştirir. Tabiî ki sorular, anlamaya ve kavramaya yönelik olmalı, hata ve bahane bulmaya yönelik olmamalıdır.

Kur’ân insandan kendisinin okunmasını, anlaşılmasını, üzerinde düşünülmesini, fikir ve davranış alanında her zaman gündemde tutulmasını istemektedir.[19] Kur’ân-ı Kerîm’in manasını ve özünü tam olarak anlayıp kavramak için, iman ve ilim gereklidir.[20] Bu iki cevherden mahrum olanların anlayış ve yorumları birçok problemi beraberinde getirir. Beşikten mezara kadar ilim anlayışı, günümüzde de önem verilen “hayat boyu eğitim”[21] anlayışının ilk nüvesidir ve bunun patenti Hz. Muhammed (s.a.v.)’e aittir. Sahabenin Kur’ân’dan öğrendiklerini tatbik etmedikçe diğer bir kısmını öğrenmeye kalkışmamaları, bilgi, düşünce ve davranış bütünlüğünün, öğrenme ve öğretme prensibinin güzel yansımalarındandır.

Bilgi ve düşüncenin kavşak noktasında kendisini gösteren idrak; insanın inanç, tutum, düşünce ve faaliyetlerinde önemli bir yere sahiptir.[22] İnsan kendisi ile başkası arasındaki münasebetleri düzenler ve değerlendirirken, hem kendisi, hem de başkaları hakkında birtakım bilgi, fikir, idrak ve inançlardan hareket eder.[23]

Bilgi, hayatın her sahasında, en pratik ve en emniyetli başarı yoludur.[24] Başarı yolunda ilerlemek, öğrenmenin devamlılığıyla mümkün olabilir. Bir şey hakkında bir kavrama sahip olmak, onun özelliklerini bilmek demektir.[25] Yapılan araştırmalar, beynin işleyişiyle bireyin davranışı ve yaşantısı arasında bir ilişki olduğunu kanıtlamıştır. İnsan davranışını etkileyen en önemli süreçlerin yer aldığı beyin kabuğu, entelektüel faaliyet içinde bulunan eğitilmiş kişilerde daha çok gelişir ve bu nedenle, yüksek eğitim görmüş kişilerde saldırgan davranış daha az olduğu ifade edilmektedir.[26]

Bilgi, olayları değerlendirme ve algılama unsuru olarak da önem arz etmektedir. Çünkü, insanı davranışa sevk eden, içinde bulunduğu atmosferi algılama ve anlamlandırmasıdır. Şu da bir diğer gerçektir ki; eğer kişi bir olayı görmezlikten gelirse; onun için o olay olmamış gibidir. Bu ancak bir terapi usulü olarak kullanılma noktasında ehemmiyet arz etmektedir. Kişi üstesinden gelemediği, çaresiz kaldığı anlarda bu tutumu ön plana çıkararak gerginliği atıp rahatlayabilir.

İnsanlar, kendilerini rahatsız eden düşünce, istek ve güdülerini bilinç dışına iterek unutmaya çalışmaktadır. Unutulmak için bilinç dışına itilen düşünce, istek ve güdüler varlıklarını orada da sürdürmeye devam etmekte ve zaman zaman kişi farkında olmadan davranışlarını etkilemektedir.[27]

Bazı huzur ve mutluluklar, öğrenme karşılığında elde edilen bir ödüldür. Bunu şair “İlimde bir tat var ki, hiçbir şeyde bu tat yok. Allah’ın huzurunda âlimden makbul zât yok” dizeleriyle gayet güzel bir şekilde ifade etmiştir. İnsan kendi içinde ve dışında cereyan eden olayları ya da kendi eserlerini şüphesiz kendince algılamakta ve değerlendirmektedir.[28] Çünkü insan, bilgisine göre ve inandığı gibi yaşar. Bilgi, kişinin kafa yapısını dolayısıyla dünya görüşünü şekillendirir. Eğer insan, inandığı gibi yaşamayacak olursa, yaşadığı gibi inanmaya başlar. Etrafını saran olumsuzlukların farkına varmaz, onları tabiî ve normal olarak algılamaya başlar.

Müslüman dünya görüşünü kurup, olgunlaştırmayacak olursa, başkalarının dünya görüşüne göre bir hayat tarzı yaşama durumunda kalır veya kendisini böylesi bir hayat içinde bulur. Müslüman’ın dünya görüşü; kuşatıcı, gerekli bütün hususlara ışık tutucu bir kapasitede olmalıdır. Günümüzde sıkça karşılaşılan bir hakikati anlatayım derken, bir başka hakikati çiğneme yanlışlığına düşmekten ancak böylesine kuşatıcı bir bilgiye ve dünya görüşüne sahip olmakla kurtulmak mümkündür.

Bu kuşatıcı bilgi imanın kontrolünde olmak durumundadır. Yani imanla çelişen bir bilgi, insanı imanın gerektirdiği şekilde dengeli davranmaya sevk edemez. Dolayısıyla, Müslüman’ın dünya görüşü de, imanın dinamiklerini göre belirlenmelidir.

İnananların, aklını kullanarak düşünmeyi öğrenmeleri Kur’ân’ın emridir. “Aklınızı kullanıp düşünmeyi öğrenmeniz için Allah size mesajlarını böyle beyan buyuruyor.”[29] Düşünme işi Allah’a yönelik olunca daha bir verimli olmaktadır. “Ey Muhammed! Sen onlara şöyle de, ‘Size bir tek öğüdüm var. İkişer ikişer ve teker teker Allah’a yönelin, sonra düşünün”[30] ayeti insanı Hakka götürecek tefekkürün, insanı doğruluktan saptıran toplu düşünüş ve hareketlerden uzak ya tek başına ya da uygun bir arkadaşla mümkün olabileceğini açıklamaktadır. Kur’ân bu ayetlerde adeta onlara şöyle demek istiyor; derdiniz düşünmeden konuşmaktır. İnsanlar, toplum içerisinde tamamen kendi düşüncelerine sahip değildirler. Düşünceleri o anki toplumun ve ortamın etkisinden tamamen kurtulamaz. Belki de psikologların toplumsal akıldan söz ederken söyledikleri şey budur. İnsan topluluk içinde alkış çalındığı zaman alkış çalar, bağırdıkları zaman bağırır vs, niçin alkışladığını, bağırdığını bilmez. Toplumdaki manasız kavgalar da düşünce yetersizliğinden ve fikirsizlikten doğar. Eğer gerçekten düşünülüp hadiseler bütün boyutuyla ortaya konarak çareler üretilmeye çalışılsa, toplumsal barışın sağlanması ve sürekliliği çok daha kolaylaşır.

Bilgi edinme de işitme, görme ve onları değerlendirecek olan beyin ve kalp çok önemli bir fonksiyon icra etmektedir. Bunu Rabb’imiz, şükür bilincine erişmemizi hedefleyerek şöyle ifade etmektedir. “Allah sizi annelerinizin karnından çıkardığı zaman hiçbir şey bilmiyordunuz. Şükredesiniz diye size işitme (duygusu), gözler ve gönüller verdi.”[31] Bilginin en önemli kaynaklarından biri de okumaktır. Bu okuma da, Kur’ân’ın bizi irşat ettiği şekilde Yaratan’ın adıyla ve O’na layık bir şekilde olmak durumundadır. Aksi halde gerçek ve mutlak hakikate ulaşmak mümkün değildir. Bilgi insana kapsamlı düşünme kabiliyet kazandırır. Yanlışlarını da aklîleştirme kabiliyetindeki insan bu kapsamlı bilgi sayesinde doğru ile yanlışı fark etme imkanına kavuşur.[32] İnsanın yaptıklarını hoş gördüğü vakıasına Kur’ân-ı Kerim de değinmektedir.[33]

Her hareket ve davranışın bir sebebi, ona götüren bir bilgi ve düşünce tarzı vardır. Bu noktada bilginin doğruluk derecesi, düşüncenin mantıkî bir çerçevede cereyan etmesi ve o davranıştan kasıt, niyet ve hedefin ne olduğu da gündeme gelmektedir. Dolayısıyla davranış birçok unsurun etkilediği bir bütündür. Bu bütüne etki eden temel faktör kişinin durumudur. Kişinin kimliği, bilgi düzeyi, inancı, düşünce sistemi, hayata bakış açısı, o anı algılayışı, kendisine verdiği değer, çevresinin ona yüklediği misyon, bütün bunlar kişinin davranışını belirlemede temel unsurlardır. Ancak çok kimse bunları göz önünde bulundurmaz. Ummadığımız kişilerden beklemediğimiz davranışların muhatabı olmak bizleri derinden etkiler. Bu durumda o kişiyle ilgili bilgi ve düşüncelerimizi yeniden gözden geçirme ihtiyacı hissederiz. Böyle hallerde, ya o kişiyle ilgili bilgimizi veya ondan beklediğimizi değiştirme durumunda kalabiliriz. Eğer o kimse konuyu tartışabileceğimiz bir kişi ise; davranışlarını sebebini onunla tartışır ve anlamaya çalışırız. Bu, bizi içine düştüğümüz hayal kırıklığından kurtarabilir.



[1] Fuzulî, Matlau’l-İtikad fî Ma’rifeti’l-Mebde’i ve’l-Ma’ad, çev: Esat Coşan, Kemal Işık, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1962, s. 5.

[2] Eroğlu, Davranış Bilimleri, s. 96.

[3] Soyalan, Kur’ân ve İnsan, s. 43.

[4] Bkz. Güngör, Ahlâk Psikolojisi ve Sosyal Ahlâk, s. 14, 35.

[5] Bayraklı, Kur’an’da Değişim, s. 55.

[6] Arvasî, İnsan ve İnsan Ötesi, s. 9.

[7] Bayraklı, Kur’ân’da Değişim, s. 58.

[8] Kur’ân, Bakara (2): 29; Enâm (6): 59.

[9] Kur’ân, Bakara (2): 31; Rahmân (55): 2; Alak (96): 5.

[10] Kur’ân, İsrâ (17): 36-39, 85; Bakara (2): 255; Yusuf (12): 76; Nevzat Ayasbeyoğlu, İslamiyetin Eğitime Getirdiği Değerler ve Kur’ân-ı Kerîm’in Eğitim İle İlgili Âyetlerinin Tahlili, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1991, s. 82.

[11] Fadlallah, İnsan ve Hayat, s. 172.

[12] Aydın, Eğitim Yönetimi, s. 20.

[13] Düzen, Allah Kainat İnsan, s. 170, 187.

[14] Kur’ân, Yûsuf (12): 76.

[15] Sadık Kılıç, “İnsan Hakları Bağlamında Siyasal Hakların Kullanımı ve Bazı Etik Öncelikler” İslami Araştımalar, c.11, sayı:3-4, yıl:1998, s. 169.

[16] Kur’ân, Bakara (2): 44.

[17] Bkz. Kur’ân, A’raf (7): 89.

[18] Kur’ân, Bakara (2): 260.

[19] Ahmet Nedim Serinsu, Kur’ân Nedir? Şûle Yay. İstanbul, 1996, s. 11-12.

[20] Fethullah Han, Kur’ân ve Kainat Ayetleri I, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 1988, s. 44.

[21] “Hayat boyu eğitim” günümüz pedagojisinin de kullandığı bir kavramdır.

[22] Kresh, Sosyal Psikoloji, s. 14.

[23] Bkz. Güngör, Ahlâk Psikolojisi ve Sosyal Ahlâk, s. 25.

[24] Kur’ân, En’âm (6): 143-144; Kur’ân, Zümer (39): 6.

[25] Atkinson, Psikolojiye Giriş, c.1, s. 388.

[26] Cüceloğlu, İnsan ve Davranışı, s. 27, 75.

[27] Özkalp, Davranış Bilimlerine Giriş II, s. 199.

[28] Hökelekli, Din Psikolojisi, s. 11.

[29] Kur’ân, Bakara (2): 242.

[30] Kur’ân, Sebe (34): 43.

[31] Kur’ân, Nahl (16): 78

[32] Sezen, İslâm Sosyolojisine Giriş, s. 70.

[33] Kur’ân, Enâm (6): 122; Fâtır (35): 8; Muhammed (47): 14; Fetih (48): 12.

Bir yanıt yazın