Bu haberin bağlı bulunduğu kategori Teknoloji Şu ana kadar bu haber için 0 tane yorum yapılmıştır.
İSAV’ın 24-26 Nisan 2009 tarihlerinde Topkapı’daki Eresin Hotelgerçekleştirdiği Çağımızın Ahlâk Bunalımı ve Çözüm Arayışları adlı sempozyumun sonuç bildirgesi açıklandı.İSAV, tarafından gerçekleştirilen toplantıda ekonomik alandaki sarsıntıların toplum hayatına etkilerinden, bilimsel alandaki genetik gelişmelere, modern inanç şekillerinin insan ruhuna etkisinden medeniyetin toplum hayatına etkilerine, dinin insan ve toplum hayatındaki rolünden sanatın bunalımdan çıkış noktasındaki rolüne dek pek çok konu tartışıldı ve yapılan tartışmalar sonucu katılımcıların ortak imzasını taşıyan şu sonuç bildirgesi yayınlandı:
Çağımızın Ahlâk Bunalımı ve Çözüm Arayışları Milletlerarası Tartışmalı İlmî Toplantı
24-26 Nisan 2009 / İstanbul Topkapı-Eresin Hotel – SONUÇ BİLDİRİSİ
1970 yılında kurulan İslâmî İlimler Araştırma Vakfı (İSAV), yaklaşık 40 yıldır ülkemiz ve İslâm dünyası başta olmak üzere bütün insanlığı ilgilendiren çeşitli konu ve alanlarda yaşanan sorunların doğru bir şekilde teşhis ve tahlilini yaparak geçerli ve etkili çözümler üretmek amacıyla millî ve milletlerarası tartışmalı ilmi toplantılar düzenlemekte; bu toplantılarda sunulan bildirileri kitap halinde yayınlayarak toplumumuzun istifadesine sunmaktadır.
Bu cümleden olmak üzere sadece günümüzü ve kendi toplumumuzu değil, aynı zamanda geleceğimizi ve bütün insanlığı yakından ilgilendiren hayatî bir mesele olan “ahlâk bunalımı”nın ele alındığı “Çağımızın Ahlâk Bunalımı ve Çözüm Arayışları” konulu milletlerarası tartışmalı ilmî toplantı neticesinde varılan sonuçlar ışığında, aşağıda belirtilen hususlar kamuoyunun dikkatine sunulur.
1. Fert, aile ve toplum hayatında yaşanan problemlerden küresel ısınma ve çevre sorunlarına; açlık ve yoksulluktan eğitimsizlik ve cehalete; temel hak ve hürriyetlerin ihlâlinden terörizm ve savaşlara varıncaya kadar bireysel, toplumsal ve uluslararası ölçekte karşı karşıya kalınan pekçok sorun, aslında, çağımız insanının yaşamakta olduğu “ahlâk bunalımı”nın çeşitli alanlarda ortaya çıkan yansımalarından ibarettir.
2. Genetik biliminin ulaştığı düzey birçok ahlâkî soruyu da beraberinde getirmiştir. Bunların başında insan doğasına ne kadar müdahele edilebileceği ve insan embriyosunun hangi aşamada koruma altına alınması gerektiği sorusu gelmektedir. İnsanın, kendisine bahşedilen entelektüel kapasite ve sorumlu/sınırlı özgürlük itibariyle Allah tarafından halife kılındığı kabul edilmelidir. Dolayısıyla organizmalar bu gibi yetenekleri gelişmeye başladığı andan itibaren yaşama hakkını kazanmakta; özürlü olsa bile her insan şefkat ve merhametle davranılmayı haketmektedir.
3. Gerçekten her alanda hızlı değişimlerin yaşandığı, geleneksel inanç, değer ve ilkelerin sorgulanarak yerine yenilerinin konulduğu modern çağın, insanlığı hem ahlâk tasavvuru hem de ahlâkî yaşam boyutunda bir çifte ahlâk bunalımına sürüklediği inkâr edilemez bir gerçektir. Yaşanmakta olan bu dramatik değişimlerin ortaya çıkardığı sorunlarla, geleneksel ahlâk normlarının ve geleneksel felsefi etiklerin baş edemediği de ortadadır. Bu bağlamda karşı karşıya kalınan ahlâk bunalımından sadece modernizmin sorumlu tutulamayacağı, bunda ahlâkî değerlerin “asrın idrâkine” çağın kavramlarıyla sunulamamış olmasının da payı bulunduğu gözardı edilmemelidir.
4. Çağımızın ahlâk bunalımını doğuran ve karmaşık hale getiren temel neden, iyi ve kötüden vazgeçilmesi değil, ahlâki değerlerin muhtevası boşaltılarak özünde ahlâk-dışı olan bir zeminde yeniden tanımlanmasıdır. Fiilî ve maddî şartların ahlâki değerlerden bağımsızlaştırıldığı bir zeminde yapılan ahlâk vurgusu, bizi ahlâklı olmaya değil, ahlâkçılığa götürmektedir. Bu noktada ahlâkı ahlâksızlaştıran ahlâkçılık tavrı, sadece ahlâki değerleri aşındırmakla kalmayıp, aynı zamanda insanların ahlâkî ve manevî değerler konusunda kayıtsız ve duyarsız hale gelmesine de yol açmaktadır.
5. Karşı karşıya bulunduğumuz durumu modernliğin aşılmaz çelişkileri olarak kabul ederek bunun “hak edilmemiş bir mahkûmiyet” olduğunu ileri sürmek suretiyle tarihsel bir “af” beklentisi içine girmek kadar, “modernlik bir unutuş ise modernliği de unutabiliriz” varsayımına tutunmak da mevcut ahlâk bunalımının aşılmasına yönelik girişimleri tehdit eden bir handikap olarak görülmelidir. Tam tersine ahlâk bunalımının aşılmasına yönelik çözüm arayışında, ahlâki bağların zayıflamasına yol açan nedenlerin, aynı zamanda bizzat ihtiyaç duyulan kaynakları sağlamaya muktedir olabilecek türde bir ahlâk teolojisi ve felsefesinin oluşumuna zemin kılınabileceği/kılınması gerektiği hesaba katılarak, modernliğin toptan parçalanması yerine yeniden inşa edilebilmesi bir imkân olarak değerlendirilmeli; bu noktada İslâm’ın “mekârim-i ahlâkı tamamlama” işlevi çağa yeniden sunulmalıdır.
6. Mensubu olduğumuz medeniyet/ler/in sorumluluğunu hissederek, aklı/makûlü kaybetmeden ahlâka dair düşüncelerimizi tekâmül ettirebiliriz. Bunu yaparken, elbette çağa tanıklık eden bizlerin gözlerimizi ne geçmişe çevirerek nostaljiye kapılma ne de uzaklara dikip umutsuzca ufka dalma lüksümüz vardır; aksine diyalektik bir geçirgenlikle çağı doğru okuyarak ahlâkı, ahlâkı doğru okuyarak çağı anlamaya girişme sorumluluğumuz vardır. Bu bilinçle ideallere bağlı ahlâkî ve siyasî evrensellik, bireyin ahlâkî özerkliği, ekonomik ve toplumsal adalet ve eşitlik, demokratik katılım, adalet ilkesiyle örtüşen sivil ve politik özgürlükler ile dayanışma ruhu yeniden inşaa edilebilir.
7. Yaşanmakta olan ahlâk bunalımının, din dışında/din dışlanarak oluşturulan ahlâk tasavvuru ve hayat tarzlarının kaçınılmaz sonucu olan ahlâkî relativizm, anarşizm hatta nihilizmin aşılabilmesi, ancak ahlâk ilkelerinin evrensel, ahlâkî değerlerin objektif kılınmasıyla mümkün olabilir. Değerin objektiflik imkânı ise ancak bir mutlak varlıkla yani Tanrı ile irtibatlandırılması halinde söz konusu olabilmektedir.
8. Bu bağlamda İslâm maneviyatının modern insanın varoluşsal anlam, güvenlik ve özgürlük arayışları bakımından ne vaat ettiğini en sahici anlatımlarla ortaya konulması hayatî önem kazanmaktadır. İslâm’ın insanlık için korku değil ümit kaynağı, çıkmaz değil çıkış yolu, köleleştirici değil özgürleştirici muhtevasını göstermek üzere İslâmî ahlâk ve maneviyat değerlerinin yeni bir yorumunu geliştirmek entelektüel bir görev olarak karşımızda durmaktadır. Bu entelektüel görevin üç ayağı bulunmaktadır: 1. Modernitenin insan, akıl, bilgi, eylem, inanç, özgürlük, sorumluluk gibi ahlâk alanını doğrudan ilgilendiren temel kavramlara ilişkin anlayış ve algılamalarını radikal bir eleştiriden geçirerek modern insanlık durumununun tespiti; 2. İslâm ahlâkının bu kavramlarla ilgili temel öğretisinin, modern insanlık durumunun krizini aşmayı hedefleyen yepyeni bir söylem içinde ve nazarî seviyesi yüksek bir çabayla yeniden ortaya konulması; 3. İslâm ahlâkının idealleriyle Müslüman insanın içinde bulunduğu gerçekler arasındaki mesafeyi eleştirel bir gözle değerlendirerek yeni bir Müslüman şahsiyeti inşa etme yol ve yöntemlerinin bulunması.
9. İslâm’a mensup olmayanların dahi aralarına katılmayı bir manevî seçilmişlik vesilesi olarak görecekleri hayat tarzlarıyla erdemli Müslümanların var ve görünür olmaları kaçınılmazdır. Çünkü İslâm’ın varlık gayesi ve işlevi, bizâtihî taşıdığı hakikat değerinin yanısıra ancak “mekârimü’l-ahlâk” ile donanmış erdemli Müslümanların mevcudiyetiyle gerçekleşebilir.
10. İslâm ahlâk düşüncesi modelini yeniden inşa etmenin bir diğer gerekçesi de modern zamanlara özgü problemlerin bilincinde olmamızdır. Ahlâk bakımından çözüm getirilmesi gereken gelir dağılımdaki adaletsizlik, terör, insan hakları ihlalleri, manevî değerlerin anlamını yitirmesi gibi birçok sorunun küreselleşmiş olması, çağımıza özgü bir durumdur. Bu cümleden olmak üzere İslâmî bir çevre ahlâkı modeli geliştirme ödevi ile karşı karşıya bulunan Müslüman entelektüel hem problemin mahiyetini kavrama hem de çevre ahlâkının bir ilkesi olan “gelecek nesiller karşısında sorumluluk fikri”nin İslâm ahlâkında nasıl temellendirildiğini gösterme ve tüm insanlık ailesi için anlamlı çözümler üretme yükümlülüğü altındadır.
11. Ahlâk bunalımının aşılması konusunda gerek merkezî ve mahallî yönetimlerin gerekse sivil toplum ve bireylerin sorumlulukları vardır: Bu amaca yönelik olarak acil eylem planlarının hazırlanması; erdemli hayatı önceleyen bir zihniyetle eğitim sistemin yeniden gözden geçirilmesi; sağlam ailelerin kurulması ve huzurla sürdürülmesini destekleyecek önlemlerin acilen alınması; kanaat önderlerinin irşat faaliyetlerinde en az ritüel kadar hatta ondan daha çok ahlâka vurgu yapması ve Fetva verme sorumluluğunu taşıyanların kararlarını dinin hedeflediği ahlâkî kişiliği geliştirme duyarlılığı ile bütünleşmiş küllî bir tutarlılığa göre vermesi gerektiği açıktır.
12. Diğer taraftan ahlâk bunalımının hem kronikleşmesi hem de küreselleşmesinde çok önemli rolü yahut vebali bulunan medyanın, bu bunalımı aşmaya yönelik çözüm arayışında etkin bir vasıta kılınması gerektiği açıktır. Bununla beraber medyanın kendi yapısı ve işleyişinde de çözülmesi gereken birtakım ahlâkî sorunların bulunduğu tanıklık ettiğimiz bir gerçekliktir. Açıktır ki medya etiği etrafında oluşan problemlerin çözümü, medya alanına dönük siyasal müdahale, baskı, yönlendirme ya da yaptırım ile sağlanamaz. Bu noktada en güvenilir yolun “özdenetim kurumları”nın geliştirilmesi olduğu kabul edilebilir.
13. Ahlâk bunalımının tezahür ettiği alanlardan biri de iş yahut meslek hayatıdır. Özellikle iş ahlâkı’nın “sözde kalması”, hatta ahlâkîliği tartışılır amaçlara ulaşmada “bir araç olarak” görülmesi; son tahlilde kurum/kuruluş sahip ve ortaklarının “amaç ve yararları”nı önceleyen bir yaklaşım ve söylemle ele alınıyor olması yaşanan bir geçektir. İş hayatında yaşanan ahlâkî sorunların aşılması için iş ahlâkına ilişkin ders, uygulama, bilimsel çalışma ve disiplinlerarası işbirliğinin özendirilmesi; işletmeler, meslek örgütleri ve diğer kuruluşlarca “iş ahlâkı ilkeleri/yönetim programları” geliştirilmesi ve uygulanmasının teşvik edilmesi, desteklenmesi; örgütlerde, ahlâkî davranışları özendiren/pekiştiren “ödüllendirme uygulamaları”nın devreye sokulması gibi önlemler alınmalıdır.
14. Yaşanmakta olan ahlâk bunalımını aşma yolunda asla ihmal edilmemesi gereken kurumlarların en başında aile gelmektedir. Aile birliğini ve huzurunu bozacak, hele hele ayrılma ve boşanmalara yol açacak her türlü oluşumun önüne geçilmelidir. Bu bağlamda, örgün ve yaygın eğitim kurumları ile medyaya büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Evlilik dışı birlikteliğin özendirilmesi kesinlikle terkedilmalidir. Aile değerleri korumaya yönelik önlemlerin alınması, sağlıklı bir toplum yapısı ve huzur için mutlaka gereklidir.
15. İnsanın varoluşunu şekillendiren siyaset ve ahlâkın karşılıklı güveni temel alan ilişkilere dayandığı kabul edilen bir olgudur. Ne var ki modern dönemde bireylere, hak kavramı üzerinden kimlik ve otonomi kazandıran liberalizm, toplumu bu güven ilkesinden soyutlamış, dahası toplumla çatışan birey kavramlaştırılması üzerinden siyaset ile ahlâk arasındaki ilişkiyi kopararak bu ortak zemini sorunlu hale getirmiştir. Bugün siyaset ile ahlâkın bu ilişkiyi yeniden kuracak arayışlara yönelmesi gereklidir.
16. Sanat “güzel-çirkin”, ahlâk “iyi-kötü” kavramlarına dayanan iki alandır. Fakat bu iki kavram çifti pratikte çoğu zaman bir birinin yerine ikame edilir. Bu durum edebiyat için de sözkonusudur ve Türk edebiyatının değişim sürecinde kendini iyice gösterir. Türk edebiyatı modernleşme olgusunu ahlâkî değişim, yeni bir ahlâk anlayışı oluşturma ve geleneksel ahlâk anlayışını eleştirme şeklinde de yansıtır. Hayatı bütün yönleriyle kuşatıp yansıtabilme imkân ve kapasitesine sahip olan edebiyat, ideal görülen ve özlenen bir ahlâkîlik zeminini gerek tema, mesaj ve tez gerekse estetik boyutlarıyla gündemde tutma, vicdan ve zihinlere kalıcı olarak taşıma imkânına bugün de sahiptir ve bu imkân mutlaka değerlendirilmelidir.
(Haber 7)