İnsanlık tarihi incelendiğinde, dinlerle beraber çeşitli ibadet şekillerine de rastlanmaktadır. İbadetlerin Yaratıcı varlık ile iletişime geçme gibi bir boyutu vardır ki; bu, insanlara lahutî alem ile irtibata geçme şansı verebilir.
Mü’min, ibadet sayesinde maddi ihtiraslardan kurtularak, ruhen yükselir, içi kötü düşüncelerden, dışı olumsuz davranışlardan arınarak ahlaken olgunlaşır ve Allah’ın sevgili kulu olur.
Sorumluluk bilincinin gelişmesine yardımcı olan ibadetler; Allah’a karşı sorumluluk bilincinin en açık göstergesidir. Buluğ çağından sonra insan, Yaratıcısına karşı yapacağı görevlerin sorumluluğu altına girer. Mesuliyet ve davranışlar kişinin kendisini bağlar ve ferdidir. Güzel ve çirkin her davranışımızın, müspet veya menfî bir neticesi vardır.[1] İbadetler kişilerin olgunlaşıp kendilerini kontrolde önemli bir fonksiyon icra ederler. Bu açıdan ibadetler insanî arzuları düzenleyici bir sistem olarak da değerlendirilebilir.[2] Delikanlılık döneminde, bedenî ve hayvanî kuvvetlerin önde olduğu bir gerçektir. Bu dönemde aklî, başka bir ifadeyle rûhî kuvvetleri önde tutmak için eğitimin verilmesi, psikolojik kabiliyetin geliştirilmesi, değişim ve gelişimin boyutunu ve rengini belirleyecektir. Bu dönemde, özgürlüğe doğru bir koşma vardır. Bu özgürlüğün yönü, bedensel istekler olabileceği kadar, düşünce faaliyeti de olabilir. Bu durumda bedensel isteklere doğru koşanların değişimi kötüden yana, akla doğru koşanların değişimi de iyiden yana olacaktır.[3]
Prensip ve sorumluluklara sıkıca bağlı kalmalı, ama münasebetlerde esnek ve cazibeli olmalıdır. Hayatında sorumluluk almayan insan, kendisinin gerçekten özgür olup olmadığının farkında olamaz.[4] Kur’an penceresinden bakıldığında bazı kitle dini anlayışlarının aksine, İslam’da sorumluluğun şahsi olduğu görülür.[5] Kendi sınırlarının dışında olan bir sorumluluğu aldığında ise; kişi, kendine karşı sorumsuzca davranmış olur.[6]
İbadet ve dinî merasimler, dindâr kişinin duygu ve eğilimlerinde ilâhî kudrete imanı ve ona buyun eğmeği ihtiva etmektedir. İbadet sadece mekanik bir vazife değil, kişinin bütün enerjilerini ortaya çıkarabilecek bir kaynaktır. Allah’tan başkasına kulluk etmek, insanları Allah’tan uzaklaştırır. İbadetlerin irade ve davranışlara tesir edebilmesi için hem devamlı hem de belli bir bilinç düzeyinde yapılması gerekir. Bu noktada aceleyle namaz kılan bir kimseye Rasülullah’ın “Kalk tekrar namaz kıl, çünkü sen namaz kılmadın”[7] uyarısıyla namazını birkaç defe tekrarlatması çok anlamlıdır.
İnsanların yaratılış sebebi, geniş anlamıyla Allah’a ibadet olarak belirtilmiştir. “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım”[8] ayetinde ibadetin insanın bütün hayatını kapsayıcı bir yönüne dikkat çekilmektedir. Nitekim bilinen boyut ve anlamın ötesinde insanın tutum ve davranışlarına niyet bir mana kazandırmakta; inanan insan yaptığı olumlu davranışlarına ibadet niyeti eklediğinde farklı neticelere erişebilmektedir. Bu anlamda iki namaz arasında yapılan meşru işler ibadet derecesine ulaştığı gibi, yolda müminlere eziyet verecek bir şeyin kaldırılması dahi ibadet haline gelebilmektedir.[9] “Her kim iyi bir iş yaparsa, kendi lehine yapmış olur. Kim de bir kötülük yaparsa, kendi aleyhine yapmış olur. Rabb’in kullara zulmedecek değildir.”[10] Yapılan her bir iyi davranışın iyi netice ve tecellileri olduğu gibi, her bir kötü tutum ve davranışında gerek insanın ferdi hayatına gerekse toplumsal hayatına kötü bir yansıması söz konusudur. Bunların ahiretteki hesabı da işin daha ciddî boyutunu oluşturmaktadır.
İbadetlerin davranışlara tesiri, onların ifasındaki samimiyetle yakından ilgilidir. Yapılan güzel davranışlar, niyetlerle ve kişinin durumuyla muteberdir.[11] İslam’ın beş şartına “erkan” (direkler) deniyorsa bunun anlamı, geri kalan her şeyin bunlara dayanıyor olmasında gizlidir.[12] İman esasları ile namaz, oruç, zekat ve hac gibi ibadetler, sağlam bir kişilik ve karakter kazanma gayesine matuf olarak emredilmiştir. “(Resûlüm!) Sana vahy edilen Kitab’ı oku ve namazı da dosdoğru kıl! Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.”[13] Burada namazın günümüz müslümanlarının göz ardı ettiği bir boyutuna dikkat çekilmektedir. O da namazın hayasızlık ve her türlü kötülükten alıkoyma fonksiyonudur. Eğer böyle olmuyorsa, kılındığı düşünülen namazın namaz olup olmadığı tartışması dahi başlatılabilir. Buna göre kulun Rabb’iyle randevusu mesabesinde olan namaz, gün boyu Yaratıcısı’nın huzuruna çıkacak olan müminde bir denetim mekanizması oluşturmak durumundadır. Bu şuura erişen müminin fenalık yapmamak için tüm gayretini sarf edeceği açıktır.
İman unsurları, bilhassa ahirete iman, insanı iyilikleri işlemeye, kötülüklerden kaçınmaya ve yükümlülükleri gerçekleştirmeye teşvik eden itici bir güçtür. Kişinin Rabb’i tarafından daima tarassut/gözetim altında olduğunu bilmesi, onun davranışlarını kontrol etmesini sağlayacaktır. Yaptıklarının karşılığını olumlu veya olumsuz olarak göreceği inancı, insanın her yaptığının karşılığını hesaplamasına sebebiyet verecektir. Emredilenin niçin yapılmadığı veya yasaklananın niçin yapıldığının sorulacağına gönülden inanıp bunu günlük hayatına taşıyabilen bahtiyar müslümanların davranışları istikamet ve denge kazanacaktır. İçindeki inanç duygusunu davranışlarına yansıtan kimseye dindar deriz.[14] Dolayısıyla, ibadet ve davranışa dönüşmeyen iman, pratikte kişiye fazla bir şey kazandırmamaktadır.
Bir ibadet ve davranış biçimi olarak dua, insan hayatında önemlidir. İnsanlar arzu ettikleri ve ihtiyaç olarak zikrettikleri pek çok şeyi şu ya da bu şekilde inandıkları yüce Varlık’tan isterler. İbadet ve dua, insan için çok büyük öneme sahiptir. Kelime-i şahadet, kullanma talimatının dilini anlama ve ondan istifade edebilmenin başlangıcı, Dua etme ve diğer ibadetlerde, özellikle de namaz kılma sırasında, kişilerin mümkün olduğu ölçüde günlük hayattan ve dünya işlerinden uzaklaşması gerekmektedir. Bu günlük hayattan uzaklaşma, ruhun özlediği ebedi alemle buluşma olarak değerlendirilebilmelidir. Bu seviyeye erişen insanların hayatları daha bir anlam kazanmaktadır.
[1] Lârî, Dirasâtün fî’l-Meşakili’l-Ahlâk ve’n-Nefs, s. 161.
[2] Covey, The Seven Habits , s. 294.
[3] Bayraklı, Kur’an’da Değişim, s. 40.
[4] Cüceloğlu, Savaşçı, s. 200.
[5] Sezen, İslâm Sosyolojisine Giriş, s. 85.
[6] Cüceloğlu, Savaşçı, s. 203.
[7] Askalanî, ed-Diraye fî Tahrici Ehadisi’l-Hidaye, c.1, s. 143.
[8] Kur’ân, Zâriyat (51): 56.
[9] Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c.1, s. 22.
[10] Kur’ân, Fussılet (41): 46; Câsiye (45): 15.
[11] Dehlevi, Huccetullahi’l-Baliğa, c.2, s. 27.
[12] Chittick, İslam’ın Vizyonu, s. 59.
[13] Kur’ân, Ankebût (29): 45.
[14] İz, Din ve Cemiyet, s. 19.