(Misafir Kalem)
Sevdiğimiz ve ilmi ile amil olduğuna inandığımız bir âlimimiz derki: “Günümüz dünya Müslümanlarının problemi, dini bilgi eksikliği değil, dini inançlarını yaşayan canlı örnek eksikliğidir.”
Hakikaten bu gün dini bilgilere ulaşmak çok kolaylaşmış. İsteyen herkes çok kısa bir zamanda ve çok az bir masraf ve gayretle istediği dini bilgiye ulaşabilmektedir. Fakat maalesef dini bilginin yayılması, isteyen herkesin istediği dini bilgiye kısa sürede ulaşma imkânına sahip olması, dinin hedeflediği insan-ı kâmil olma hedefine ulaşmak için tek başına yeterli olamıyor. Hatta bazen kulaktan duyma yüzeysel bir takım bilgilere sahip olan bazı insanların: “Ben de biliyorum… Ben daha iyi biliyorum…” gibi duygulara kapılıp asıl bilgi kaynaklarından uzaklaşmalarına da sebep olmaktadır.
Geçmişte beraber çalıştığım ve halen görüştüğüm bir öğretmen arkadaşım var. Görevinde gayretlidir. Bu gayreti doğal olarak işinde başarılı olmasına ve takdir edilmesine sebep olmaktadır. Bu da ona kendine güvenme duygusunu kazandırmaktadır. Fakat maalesef dini inancı yok. Ne hazindir ki, pratikte inançlıyım, Müslüman’ım diyen insanlarla onun arasında somut bir farklılık görülmediği için inanıp inanmadığı da pek fark edilmiyor. Hatta inanan ve ibadetlerini yerine getiren bir iki arkadaşla bu durumunu paylaştığım zaman çok şaşırmış “Olamaz… Sen yanlış biliyorsun…” diyerek inanmak istemediler. Bu arkadaşla bazen konuşmak isterdim fakat her seferinde “Dini konularda ben senden daha bilgiliyim. Bu konuları çok konuşmuşuz ama bir sonuca varamamışız. Boşuna konuşmak istemiyorum. Başka bir konuda konuşalım.” diyerek beni sustururdu. Bir gün biraz konuşturmak istedim. Gördüm ki, söyledikleri doğru değil; bildiğini zannettiği konuların hiçbirisi hakkında sağlıklı bir bilgiye sahip değildir. Fakat kulaktan duyma ve sağlıksız bir takım kaynaklardan edindiği dini bilgileri kendisi için yeterli görmektedir. Bu nedenle de dini konularda artık kimseyi dinlemek veya farklı bilgi kaynaklara başvurmak istemiyor.
2004’te İzmir Bornova’da kısa dönem olarak benimle beraber askerlik yapan Şanlıurfalı 2, Mardinli 1 öğretmen arkadaşımız vardı. Üçü de dinin gerçekliğine inanmıyordu. Fakat samimi ve tatlı arkadaşlıkları ile 120 kişilik kısa dönem birliğimiz içinde bu durumları hiç fark edilmiyordu. Ben bu durumu ibadetlerini yapan birkaç arkadaşla paylaştığımda “Emin misin?.. Olamaz!.. Mümkün değil. Haşa!..” gibi tepkiler verdiler bana.
Maalesef gerçekti. Daha da önemlisi inanan ile inanmayan arasında pratikte bir fark görülmüyordu. Hatta onları ayırt edilecek kesin bir ölçüt de yoktu. Denilebilir ki, inanan ibadet yapar, örneğin namaz kılar. İnanmayan ibadet yapmaz vs… Maalesef artık inanıyorum diyenlerden birçok kişi de ibadet yapmadığı için inanan ile inanmayanı ayırt etmek hiçte kolay olmuyor.
Bu arkadaşlardan Mardin Kızıltepeli Ahmet isimli arkadaşla aynı kışlada 4 ay beraber kaldık. Sık sık görüşür, çay bahçelerinde mesai saatleri dışında oturur muhabbet ederdik. Her seferinde ben konuyu Allahın varlığı, evren ve içindekilerin yaratılışı, evrenin nizam ve intizamına getirmeye çalışırdım. Ama bu arkadaş o kadar şartlanmıştı ki, bu konular açıldığı zaman hemen konuyu kapatır “Ben bu konuları çok iyi biliyorum. Yıllarca tartışmışız, bir sonuca varamamışız. Ben artık bu konuları konuşmak istemiyorum. Yanımda bu konuların açılmasını da istemiyorum…” derdi. Bazen ben onu sıkıştırıp ” Yahu arkadaş, diyelim ki, sen haklısın: Allah yok, evren ve içindekiler kendiliğinden tesadüfen oluşmuş. Din yalan, peygamberler yalancıdır… O zaman beni ikna et. Sensin delillerin varsa buyur anlat ki, ben de bu asılsız inançlarımdan (!) kurtulayım.” derdim. Fakat bu arkadaş “Sen bir kere inanmışsın. Ben seni vazgeçiremem. Sen de beni inandıramazsın.” diyerek konuyu kapatırdı.
Görüldüğü gibi bu gün yeryüzünde dinin asıl kaynağından aktarılacak sağlıklı bilgiye ihtiyaç duyulduğu gibi; İnandığı gibi yaşamaya gayret eden; yaşam biçimiyle inanan insanlara örnek olabilecek insanlara da ihtiyaç duyulmaktadır.
Bu gün toplumun öncüsü olan bir doktorun, bir öğretmenin, bir mühendisin, bir üniversite öğretim üyesinin, bir işadamının…, yaşam biçimiyle inananlara örnek olması, toplum üzerinde, özellikle yeni yetişen nesil üzerinde çok etkili olmaktadır. Bu gün artık yeni yetişen nesil, sözden öte yaşam biçimine bakmaktadır.
Geçenlerde ikindi vaktinde ilçemizdeki merkezi camiye namaz kılmaya gittim. Camide cemaatle namaz kılan bir guruba yetişip namaza katıldım. O arada camiye Kur’an okumaya gelen öğrencilerimizden birisi koşup yakınımızdaki kolona dayanıp beni seyre koyuldu. Namazı bitirir bitirmez, tesbihatı beklemeden, kısık bir ses ve hayran bir eda ile “Öğretmenim, öğretmenim” diye bana seslendi. Ben yönümü ona çevirdim, “Ne var?” anlamında başımı salladım. Aynı şekilde bana “Sen namaz kılmasını biliyor musun.” dedi. Ben de kafamı ” Evet.” anlamında salladım. Çocuk sevinçli bir şekilde koşarak arkadaşlarının yanına gitti ve benim namaz kıldığımı arkadaşlarına anlattı. Tesbihat bittikten sonra yanlarına gittim. “Merhaba çocuklar. Okumaya mı gelmişsiniz. Aferin. Bakın arkadaşınız biraz önce gelip hayretle bana namaz kılmasını bilip bilmediğimi sordu. Biz memurda olsak, öğretmen de olsak, müdür de olsak, profesör de olsak, başbakan da olsak… İbadetlerimizi yapmak, helal ve harama dikkat etmek zorundayız. Çünkü biz Müslüman’ız. Bu bizim görevimizdir…” dedim ve ayrıldım.
Evet, bu gün inanan ve inancını yaşama/yaşatma gayreti içinde olan öncülere, örnek şahsiyetlere ihtiyacımız vardır. Öğretmenlerimiz, doktorlarımız, mühendislerimiz, avukatlarımız, işadamlarımız, medya mensuplarımız…, velhasılıkelam hepimiz bu bilinçle yaşamalı, çevremize örnek olmalıyız ki, yarınlarımız aydınlık, dünyamız da ahretimiz de mamur olsun…
Bu bilinçteki insanları tebrik eder, gayretlerinin devamını dilerim. Gaflet uykusunda olanlarımıza da Allah’tan af, merhamet ve yardım dilerim.
Selam ve dua ile.
Sevdiğimiz ve ilmi ile amil olduğuna inandığımız bir âlimimiz derki: “Günümüz dünya Müslümanlarının problemi, dini bilgi eksikliği değil, dini inançlarını yaşayan canlı örnek eksikliğidir.”
Hakikaten bu gün dini bilgilere ulaşmak çok kolaylaşmış. İsteyen herkes çok kısa bir zamanda ve çok az bir masraf ve gayretle istediği dini bilgiye ulaşabilmektedir. Fakat maalesef dini bilginin yayılması, isteyen herkesin istediği dini bilgiye kısa sürede ulaşma imkânına sahip olması, dinin hedeflediği insan-ı kâmil olma hedefine ulaşmak için tek başına yeterli olamıyor. Hatta bazen kulaktan duyma yüzeysel bir takım bilgilere sahip olan bazı insanların: “Ben de biliyorum… Ben daha iyi biliyorum…” gibi duygulara kapılıp asıl bilgi kaynaklarından uzaklaşmalarına da sebep olmaktadır.
Geçmişte beraber çalıştığım ve halen görüştüğüm bir öğretmen arkadaşım var. Görevinde gayretlidir. Bu gayreti doğal olarak işinde başarılı olmasına ve takdir edilmesine sebep olmaktadır. Bu da ona kendine güvenme duygusunu kazandırmaktadır. Fakat maalesef dini inancı yok. Ne hazindir ki, pratikte inançlıyım, Müslüman’ım diyen insanlarla onun arasında somut bir farklılık görülmediği için inanıp inanmadığı da pek fark edilmiyor. Hatta inanan ve ibadetlerini yerine getiren bir iki arkadaşla bu durumunu paylaştığım zaman çok şaşırmış “Olamaz… Sen yanlış biliyorsun…” diyerek inanmak istemediler. Bu arkadaşla bazen konuşmak isterdim fakat her seferinde “Dini konularda ben senden daha bilgiliyim. Bu konuları çok konuşmuşuz ama bir sonuca varamamışız. Boşuna konuşmak istemiyorum. Başka bir konuda konuşalım.” diyerek beni sustururdu. Bir gün biraz konuşturmak istedim. Gördüm ki, söyledikleri doğru değil; bildiğini zannettiği konuların hiçbirisi hakkında sağlıklı bir bilgiye sahip değildir. Fakat kulaktan duyma ve sağlıksız bir takım kaynaklardan edindiği dini bilgileri kendisi için yeterli görmektedir. Bu nedenle de dini konularda artık kimseyi dinlemek veya farklı bilgi kaynaklara başvurmak istemiyor.
2004’te İzmir Bornova’da kısa dönem olarak benimle beraber askerlik yapan Şanlıurfalı 2, Mardinli 1 öğretmen arkadaşımız vardı. Üçü de dinin gerçekliğine inanmıyordu. Fakat samimi ve tatlı arkadaşlıkları ile 120 kişilik kısa dönem birliğimiz içinde bu durumları hiç fark edilmiyordu. Ben bu durumu ibadetlerini yapan birkaç arkadaşla paylaştığımda “Emin misin?.. Olamaz!.. Mümkün değil. Haşa!..” gibi tepkiler verdiler bana.
Maalesef gerçekti. Daha da önemlisi inanan ile inanmayan arasında pratikte bir fark görülmüyordu. Hatta onları ayırt edilecek kesin bir ölçüt de yoktu. Denilebilir ki, inanan ibadet yapar, örneğin namaz kılar. İnanmayan ibadet yapmaz vs… Maalesef artık inanıyorum diyenlerden birçok kişi de ibadet yapmadığı için inanan ile inanmayanı ayırt etmek hiçte kolay olmuyor.
Bu arkadaşlardan Mardin Kızıltepeli Ahmet isimli arkadaşla aynı kışlada 4 ay beraber kaldık. Sık sık görüşür, çay bahçelerinde mesai saatleri dışında oturur muhabbet ederdik. Her seferinde ben konuyu Allahın varlığı, evren ve içindekilerin yaratılışı, evrenin nizam ve intizamına getirmeye çalışırdım. Ama bu arkadaş o kadar şartlanmıştı ki, bu konular açıldığı zaman hemen konuyu kapatır “Ben bu konuları çok iyi biliyorum. Yıllarca tartışmışız, bir sonuca varamamışız. Ben artık bu konuları konuşmak istemiyorum. Yanımda bu konuların açılmasını da istemiyorum…” derdi. Bazen ben onu sıkıştırıp ” Yahu arkadaş, diyelim ki, sen haklısın: Allah yok, evren ve içindekiler kendiliğinden tesadüfen oluşmuş. Din yalan, peygamberler yalancıdır… O zaman beni ikna et. Sensin delillerin varsa buyur anlat ki, ben de bu asılsız inançlarımdan (!) kurtulayım.” derdim. Fakat bu arkadaş “Sen bir kere inanmışsın. Ben seni vazgeçiremem. Sen de beni inandıramazsın.” diyerek konuyu kapatırdı.
Görüldüğü gibi bu gün yeryüzünde dinin asıl kaynağından aktarılacak sağlıklı bilgiye ihtiyaç duyulduğu gibi; İnandığı gibi yaşamaya gayret eden; yaşam biçimiyle inanan insanlara örnek olabilecek insanlara da ihtiyaç duyulmaktadır.
Bu gün toplumun öncüsü olan bir doktorun, bir öğretmenin, bir mühendisin, bir üniversite öğretim üyesinin, bir işadamının…, yaşam biçimiyle inananlara örnek olması, toplum üzerinde, özellikle yeni yetişen nesil üzerinde çok etkili olmaktadır. Bu gün artık yeni yetişen nesil, sözden öte yaşam biçimine bakmaktadır.
Geçenlerde ikindi vaktinde ilçemizdeki merkezi camiye namaz kılmaya gittim. Camide cemaatle namaz kılan bir guruba yetişip namaza katıldım. O arada camiye Kur’an okumaya gelen öğrencilerimizden birisi koşup yakınımızdaki kolona dayanıp beni seyre koyuldu. Namazı bitirir bitirmez, tesbihatı beklemeden, kısık bir ses ve hayran bir eda ile “Öğretmenim, öğretmenim” diye bana seslendi. Ben yönümü ona çevirdim, “Ne var?” anlamında başımı salladım. Aynı şekilde bana “Sen namaz kılmasını biliyor musun.” dedi. Ben de kafamı ” Evet.” anlamında salladım. Çocuk sevinçli bir şekilde koşarak arkadaşlarının yanına gitti ve benim namaz kıldığımı arkadaşlarına anlattı. Tesbihat bittikten sonra yanlarına gittim. “Merhaba çocuklar. Okumaya mı gelmişsiniz. Aferin. Bakın arkadaşınız biraz önce gelip hayretle bana namaz kılmasını bilip bilmediğimi sordu. Biz memurda olsak, öğretmen de olsak, müdür de olsak, profesör de olsak, başbakan da olsak… İbadetlerimizi yapmak, helal ve harama dikkat etmek zorundayız. Çünkü biz Müslüman’ız. Bu bizim görevimizdir…” dedim ve ayrıldım.
Evet, bu gün inanan ve inancını yaşama/yaşatma gayreti içinde olan öncülere, örnek şahsiyetlere ihtiyacımız vardır. Öğretmenlerimiz, doktorlarımız, mühendislerimiz, avukatlarımız, işadamlarımız, medya mensuplarımız…, velhasılıkelam hepimiz bu bilinçle yaşamalı, çevremize örnek olmalıyız ki, yarınlarımız aydınlık, dünyamız da ahretimiz de mamur olsun…
Bu bilinçteki insanları tebrik eder, gayretlerinin devamını dilerim. Gaflet uykusunda olanlarımıza da Allah’tan af, merhamet ve yardım dilerim.
Selam ve dua ile.
26.11.2008
Nusret TAŞ
Eğitim-Bir-Sen Silvan Temsilcisi