“Divan-ı Lügati’t Türk” Orijinal KitabıBüyük dil bilgini Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lugat-it Türk isimli muazzam eseri, 1910’a kadar adı bilinen, fakat kendisi meçhul bir eserdi. Diğer bir deyişle, o zamana değin, eserin sadece adı vardı, fakat kendisi ortada yoktu. Eser, bugün bütün dünyada biliniyor, hakkında kitap, makale yazılıyor ve üzerinde tartışmalar yapılıyorsa, bunu büyük kitap aşığı, ilim ve kültür sevdalısı Ali Emiri Efendi’ye borçluyuz. Ali Emiri Efendi, Abbasi Halifesine sunulmak üzere Bağdat’ta 1072-1074 yıllarında Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılan bu muhteşem eseri, sahaflarda Divan-ı Lugat-it Türk olduğu bilinmeden satılırken, fark etmiş ve satın alarak Türk kültür hayatına kazandırmıştır. Bu sebeple, Ali Emiri Efendi’nin isminin, eserin yazarı Kaşgarlı Mahmud ile birlikte anılmayı her zaman hak ettiğine şüphe yoktur.
Bundan dolayı,”Divan-ı Lügati’t Türk” Orijinal Kitabı Divan-ı Lugat it Türk ile ilgili toplantılarda kendisinden bahsetmenin bir vefa borcu olduğu muhakkaktır. Aslında, Ali Emiri’nin kitabı buluşu ve daha sonra yayınlatışı romanlara konu olacak güzellikte ve kültürün, kitabın önemini somut bir biçimde vurgulayacak olgulara haizdir. Ziya Gökalp ve Talat Paşa’nın kitabın yayınlanmasına yaptıkları tiyatral katkı ise çok ilginçtir. Ayrıca Ali Emiri Efendi’nin hayatı, kitaba verilen değerin ve kitap okumaya ayrılan zamanların bir hayli azaldığı günümüzde, sadece gençlere değil, hepimize kitap sevgisi konusunda, örnek teşkil edebilecek ögelere haizdir.
Bu yazıyı hazırlamada, büyük ölçüde Dr. Muhtar Tevfikoğlu’nun Ali Emiri Efendi isimli eserinden faydalandık. Tevfikoğlu, Ali Emiri Efendi hakkında çeşitli kaynaklardaki bilgileri toplayarak büyük bir hizmeti ifa etmiştir.[1]Divan-ı Lûgati’t Türk
“Divan-ı Lügati’t Türk” Orijinal KitabıBüyük dil bilgini Divan-ı Lûgati’t Türk
“Divan-ı Lügati’t Türk” Orijinal KitabıBüyük dil bilgini Kaşgarlı Mahmud’un Divan-ı Lugat-it Türk isimli muazzam eseri, 1910’a kadar adı bilinen, fakat kendisi meçhul bir eserdi. Diğer bir deyişle, o zamana değin, eserin sadece adı vardı, fakat kendisi ortada yoktu. Eser, bugün bütün dünyada biliniyor, hakkında kitap, makale yazılıyor ve üzerinde tartışmalar yapılıyorsa, bunu büyük kitap aşığı, ilim ve kültür sevdalısı Ali Emiri Efendi’ye borçluyuz. Ali Emiri Efendi, Abbasi Halifesine sunulmak üzere Bağdat’ta 1072-1074 yıllarında Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılan bu muhteşem eseri, sahaflarda Divan-ı Lugat-it Türk olduğu bilinmeden satılırken, fark etmiş ve satın alarak Türk kültür hayatına kazandırmıştır. Bu sebeple, Ali Emiri Efendi’nin isminin, eserin yazarı Kaşgarlı Mahmud ile birlikte anılmayı her zaman hak ettiğine şüphe yoktur.
Bundan dolayı,”Divan-ı Lügati’t Türk” Orijinal Kitabı Divan-ı Lugat it Türk ile ilgili toplantılarda kendisinden bahsetmenin bir vefa borcu olduğu muhakkaktır. Aslında, Ali Emiri’nin kitabı buluşu ve daha sonra yayınlatışı romanlara konu olacak güzellikte ve kültürün, kitabın önemini somut bir biçimde vurgulayacak olgulara haizdir. Ziya Gökalp ve Talat Paşa’nın kitabın yayınlanmasına yaptıkları tiyatral katkı ise çok ilginçtir. Ayrıca Ali Emiri Efendi’nin hayatı, kitaba verilen değerin ve kitap okumaya ayrılan zamanların bir hayli azaldığı günümüzde, sadece gençlere değil, hepimize kitap sevgisi konusunda, örnek teşkil edebilecek ögelere haizdir.
Bu yazıyı hazırlamada, büyük ölçüde Dr. Muhtar Tevfikoğlu’nun Ali Emiri Efendi isimli eserinden faydalandık. Tevfikoğlu, Ali Emiri Efendi hakkında çeşitli kaynaklardaki bilgileri toplayarak büyük bir hizmeti ifa etmiştir.[1]’un Divan-ı Lugat-it Türk isimli muazzam eseri, 1910’a kadar adı bilinen, fakat kendisi meçhul bir eserdi. Diğer bir deyişle, o zamana değin, eserin sadece adı vardı, fakat kendisi ortada yoktu. Eser, bugün bütün dünyada biliniyor, hakkında kitap, makale yazılıyor ve üzerinde tartışmalar yapılıyorsa, bunu büyük kitap aşığı, ilim ve kültür sevdalısı Ali Emiri Efendi’ye borçluyuz. Ali Emiri Efendi, Abbasi Halifesine sunulmak üzere Bağdat’ta 1072-1074 yıllarında Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılan bu muhteşem eseri, sahaflarda Divan-ı Lugat-it Türk olduğu bilinmeden satılırken, fark etmiş ve satın alarak Türk kültür hayatına kazandırmıştır. Bu sebeple, Ali Emiri Efendi’nin isminin, eserin yazarı Kaşgarlı Mahmud ile birlikte anılmayı her zaman hak ettiğine şüphe yoktur.
Bundan dolayı,”Divan-ı Lügati’t Türk” Orijinal Kitabı Divan-ı Lugat it Türk ile ilgili toplantılarda kendisinden bahsetmenin bir vefa borcu olduğu muhakkaktır. Aslında, Ali Emiri’nin kitabı buluşu ve daha sonra yayınlatışı romanlara konu olacak güzellikte ve kültürün, kitabın önemini somut bir biçimde vurgulayacak olgulara haizdir. Ziya Gökalp ve Talat Paşa’nın kitabın yayınlanmasına yaptıkları tiyatral katkı ise çok ilginçtir. Ayrıca Ali Emiri Efendi’nin hayatı, kitaba verilen değerin ve kitap okumaya ayrılan zamanların bir hayli azaldığı günümüzde, sadece gençlere değil, hepimize kitap sevgisi konusunda, örnek teşkil edebilecek ögelere haizdir.
Bu yazıyı hazırlamada, büyük ölçüde Dr. Muhtar Tevfikoğlu’nun Ali Emiri Efendi isimli eserinden faydalandık. Tevfikoğlu, Ali Emiri Efendi hakkında çeşitli kaynaklardaki bilgileri toplayarak büyük bir hizmeti ifa etmiştir.
Kaynak: http://www.kasgarlimahmud.org/divan-i_lugatit_turk.htm 07.11.2008
———
Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânü Lûgati’t-Türk
Karahanlı devri Türk edebiyatının ilk örneklerini ihtiva eden Divânü Lûgati’t-Türk, Türk dilinin ilk sözlüğüdür. Kâşgarîı Mahmud bin Hüseyin bin Muhammed (Muhammed oğlu Hüseyin oğlu Mahmud) tarafından 1072 yılının 25 Ocağında, Çarşamba günü yazılmaya başlanmış ve 9 Ocak 1077 Pazartesi günü bitirilmiştir. Kâşgarlı Mahmud eserini aynı yıl Ebül-‘l-Kasım Abdullah’a takdim etmiştir. Ebü’l-Kasım Abdullah, 1075-1094 yılları arasında Abbasî tahtında oturan halife Muhamrnedü’lMuktedi bi-emrillâh’ın oğludur.
Divânü Lügati ‘t-Türk‘ün 7stanbul Millet Kütüphanesinde bulunan biricik nüshasının istinsahı, Sâve’de doğup Şam’da yaşayan Muhammed bin Ebî Bekr ibni Ebi’1-Feth tarafından 1 Ağustos 1266 Pazar günü Şam’da tamamlanmıştır.
İlk Türk sözlüğünün yazarı Kâşgarlı Mahmud, Karahanlı hükümdar sülâlesine mensup bir şehzade idi. Babası Hüseyin Çağrı Tigin 1056-1057 yıllar ından Önce Barsgan emîri Arslan İlig idi. Dedesi Muhammed Buğra Han bin Yusuf, 1056-1057 yıllar ında Doğu Karahanlılann hakanı olarak Kâşgar’da hüküm sürdü. Onun babası Yusuf Hânın Kadir Han 1026-1032 yıllan arasında Karahanlı hükümdarı idi. Yusuf’un da babası Harun Hasan Küç Buğra Han’dı. Kâşgarh Mahmud’un “Türk illerini Sâmânîlerden alan beydir” dediği (DLT 1-112) atası işte budur. Gerçekten Harun bin Süleyman 992′de Sâmânîlerin merkezi Buhara’yi alm ıştır. Harun’un babası Süleyman Baytaş Arslan Hân, onun da babası Müslümanlığı kabul eden meşhur Abdülkerim Satuk Buğra Han’dır. Demek ki Kâşgarlı Mahmud, Satuk Buğra Han’ın altıncı nesilden torunudur.
Divânü Lügati ‘t-Türk; Türk milletinin yüceli ğini anlatmak, Türk dilinin Arapça‘dan geri kalmadığını göstermek ve Araplara Türkçe’yi öğretmek, böylece o zaman hemen hemen tamamı Türklerce idare edilen Ön Asya’da Arapların Türklerle kolayca münasebet kurmalarını sağlamak için yazılmıştır. Kâşgarlı Mahmud’a göre Tanrı, Türkleri her milletten üstün yaratmış, yer yüzüne onları hâkim kılmış, hakanları onlardan çıkarmış ve dünya milletlerinin idaresini onların eline vermi ştir. Bunun içindir ki Allah, Türklerle beraber çalışanı aziz eyler, dileğine kavuşturur ve kötülerin şerrinden korur. Derdini anlatmak ve Türklerin gönlünü kazanmak için de onların dilleriyle konuşmaktan başka yol yoktur.
Eser, Araplara Türkçe’yi öğretmek maksadıyla yazıldığı için Türkçe’den Arapça‘ya bir sözlük olarak düzenlenmiştir. Eserin çeşitli izahları ihtiva eden kısımları Arapça‘dır. Türkçe kelimelerin ve bunlarla ilgili örneklerin mânâları da Arapça olarak verilmiştir. Yine aynı sebeple, yâni Araplara Türkçe öğretmek maksadı güdüldüğünden o zamanki Arap lügatçiliği geleneğine uyulmuş ve Türkçe kelimeler, Arapça kelimelerin hususiyet ve vezinlerine göre sıralanmıştır. Divan, Türk, Divanı Lügatit Türk, Kaşgarlı Mahmut, Divan-u Lügati’t Türk
Unutmamak gerekir ki Divânü Lûgati’t-Türk her şeyden önce bir Türkçe-Arapça sözlüktür. Fakat Kâşgarh Mahmud basit bir sözlük yazmakla yetinmemiştir. O, üstün bir milletin mensubu olduğuna inanan; gönlü Türklük sevgisiyle dolu; zihni, Türk rnilletinin ve çeşitli Türk boylarının Türkçenin ve çeşitli kollarının, Türk edebiyatının ve folklorunun, Türk düşüncesinin ve yaşayış tarzının, Türk efsane ve destanlarının, nihayet Türk ülküsünün bilgi ve şuuruyla mücehhez bir Türk milliyetçisi idi. İşte bütün bu duygu, sevgi, bilgi, inanç ve ülkü, Kâşgarlı’nın eserine aksetmiş ve Divânü Lügati’t-Türk‘ü basit bir sözlük olmaktan çıkararak, birçok konuda küçük serpintiler halinde de olsa, o zamanki Türklük bilgisinin bir el kitabı haline getirmiştir. Bunun içindir ki, kendisi de modern Türkolojinin babası sayılan Radloff’un yaptığı gibi, Kâşgarh Mahmud’u “Türkolojinin babası” kabul etmek hiç de yanlış sayılmaz.
Kâşgarlı Mahmud daha önce Cevahir ünNahufi Lügat it-Türk adıyla Türkçenin bir gramerini de yazmıştı. Bu mühim eser ya büsbütün yok olmuş, ya da henüz bulunamamıştır. Ancak Divânü Lûgati’t-Türk ‘ün çeşitli yerlerinde Türkçenin gramerine ait bilgiler vardır ve bunlar hiç de azımsanacak ölçüde değildir. Gerek kayıp eseri, gerek Divan‘daki gramerle ilgili notlan dolayısıyla Kâşgarlı Mahmud aynı zamanda ilk Türk gramercisidir. Divan‘da çeşitli Türk boylarının ağızlan üzerinde de müşâhade ve derlemelere dayanan tesbitler ve mukayeseler vardır, bu açıklamalan dolayısıyla Kâşgarlı, Türk ağız ve şîve araştırmalarının ilk mütehassısı yani ilk diyalektologudur.
Türk boyları, ülkeleri, Türklerin adet ve an’aneleri, çeşitli destan ve efsaneleri hakkında verdiği bilgilerle Kaşgarlı Mahmud çok yönlü bir Türkolog olarak karşımıza çıkar. Kelimeler için verdiği örnek cümlelerle hem Türklerin o zamanki yaşayış tarzlarına ışık tutar, hem de Türkçe cümle yapısı üzerinde çalışmaya imkan hazırlar. Hemen hemen bütün kelimeleri örneklendirmekle Kaşgarlı âdeta modern bir sözlükçü gibi çalışmıştır.
Örnekler arasında şiir parçalan ve atasözleri de vardır. İşte bu sebeple Dîvânü Lûgati’t-Türk Karahanl ı Türk edebiyatının da mühim bir eseridir. Divan‘daki şiirlerin yazılış tarihleri hakkında her hangi bir kayıt yoktur. Pek çoğunun anonim oldu ğu ve birkaç yüz yıldan beri söylenegeldiği tahmin edilebilir. Alp Er Tonga’ya ait dörtlükler, herhalde Türk şiirinin en eski örnekleri olarak kabul edilmek gerekir. Gerek Dîvân‘da, gerek Kutadgu Bilig’de, :ehnâme’deki Efrâsiyâb’la aynı şahıs oldu ğu belirtilen Alp Er Tonga, M. Ö. 626-624′te Öldürülmü ştür. Bu destanı şahsiyetin ölümünden sonra söylenen sagunun, M.S. 11. yüzyıla kadar gelmesi son derece ilgi çekicidir. Bu dörtlükleri herhalde Türk destanının parçalarından saymak lâzımdır. Destanların husûsiyeteleri icâbı dörtlüklerin devamlı olarak değişmesi tabiîdir. Dîvânü Lûgati’t-Türk‘teki şekilleri, Karahanlı devri dil Özellikleri göstermektir.
Divan‘daki diğer şiirlerin tarihlerini kestirmek güçtür. Ancak, Karahanlıların Uygurlar, Tangutlar, Basmıllar ve Yabakular’la yaptıkları savaşları anlatan dörtlüklerin Karahanlılar devrine ait olduğu mahakkaktır. Böke Budraç kumandasıdaki Yabakularla Bekeç Arslan Tigin kumandasındaki Karahanl ılar arasında geçen ve Böke Budraç’m tutsak düşmesiyle sonuçlanan savaşta bulunanları Kaşgarlı Mahmud görmüş olduğunu ifade eder (DLT III-227). İşte bu savaşla ilgili olarak Divan‘da geçen şu dörtlükler ve bunların içinde bulunduğu şiirler doğrudan doğruya Kaşgarlı Mahmud devrine aittir:
Budraç yeme kudurdı “
Alpagutm adırdı
Süsin yana kadirdi
Kelgeli met irkeşür Budraç yine kudurdu,
Alplarını ayırdı,
Ordusunu yine döndürdü,
Gelmek üzre toplaşır.”
Tang ata yortalım “
Budruç kanın irtelim
Basmıl begin örtelim
Emdi yiğit yuvulsun Tan atanda yürüyelim,
Budruç kanın isteyelim,
Basmıl beyini yakalım,
Haydi yiğitler toplansın.”
Dîvânü Lûgati’t-Türk‘teki şiirlerin şâirleri de belli değildir. Şiirlerin pek çoğunun anonim mahsuller olduğu kabul edilmektedir. Karahanlı devrinde yazılmış bulunanların ferdî mahsuller olmas ı, fakat Kaşgarlı tarafından şâirlerinin zikredilmemiş bulunması mümkündür. Kaşgarlı Mahmud’un “bir Türk şâirinin adı” kaydıyla (DLT III-238) zikrettiği tek Türk şâiri Çu-çu’dur. Fakat bu şâir hakında ne başka bir bilgi, ne de şiirlerinden örnek vardır. Divan‘daki şiirlerden bâzılarının Çu-çu’ya âit bulunması muhtemeldir.
Şiirlerin büyük bir çoğunluğu dörtlüklerden meydana gelmektedir ve bunların büyük ekseriyeti 4+3 duraklı 71i hece vezniyle yazılmıştır. Tangutlar’la savaşı ve kurt avını anlatan dörtlüklerin 4+4 duraklı 8′li hece vezni ile yazıldıkları görülmektedir. Birkaç dörtlük, meselâ bilgi ile ilgili üç dörtlük ve “dedim-dedi” şeklindeki iki dörtlük 6′lı hece vezniyle yazılmıştır. Tat (Budist Uygur) ile ilgili bir dörtlükte ise 5′li hece vezni kullanılmıştır. Buna göre Divan‘daki hakim vezin 4+3=7, ikinci derecede kullanılan vezin ise 4+4=8′dir. Bu vezinlerin kopuza çok uygun olduğu ve bu vezinlerindeki dörtlüklerin kopuzla çalınıp belli makamlarla söylendiği muhakkaktır. Nitekim Kâşgarh, “küg” kelimesine hem vezin, hem de makam mânâsı vermektedir (DLT III-131). Av ve eğlence sahnesini anlatan bir dörtlükteki “kügler kamug tüzüldi” mısrası,kopuzlarla makamların ayarlandığını ve bu şiirlerin okunduğunu ifâde etmektedir. “Küy” kelimesinin Türkistan’da hâlâ makamla okunan şiirler için kullanılması, Anadolu ve Azerbaycan’da da “ayak” kelimesinin hem şiirin kafiyesini (çoğu defa vezinle birlikte kafiyeyi), hem de sazla çalman makamları ifâde etmesi dikkat çekicidir.
Dörtlükler koşma tarzında kafiyelenmiştir. Yani her dörtlüğün ilk üç mısrası kendi arasında, dördüncü mısralar da kendi aralarında kafiyelenmi ş bulunmaktadır. Böylece dördüncü mısralarda bulanan şiirin ortak kafiyesi (ayağı) ile dörtlükler birbirine bağlanmış olmaktadır. Hemen hemen daima yarım kafiye ve eklerden meydana gelmiş redifler kullanılmıştır.
Dörtlüklerin çoğu savaşla ilgilidir. Savaşlar çok hareketli bir dille ve fevkalâde canlı sahneler halinde anlatılmaktadır. Otağlar kurulmakta, tuğlar dikilmekte, davullar kösler vurulmakta, erler seçilmektedir. Atların kuyruklan düğümlenmekte, yiğitler “beçkem” denen ipek kumaştan sancaklar ını takınıp alnı akıtmalı atlarıyla ileri atılmakta, yırtıcı kuşlar gibi süzülerek düşmanın tepesine inmektedir. Yaylar çekilip kirişler kurulmakta, oklar havada uçmakta, kalkan ve süngü sesleri birbirine karışmaktadır. Düşman bazan çepeçevre çevrilmekte, atlardan inilip göğüs göğüse döğüşülmektedir. Yiğitler öfke ve kinle bakışıp kaynamakta, sakallar çekişilmekte, yerlerde başlar yuvarlanmakta, boyunlar kırılıp erler boğazlanmakta, vücut kabı delik deşik edilmekte, düşman ot gibi biçilmekte, boyunlardan kızıl kan su gibi sağılmakta, üzerlerinde kuruyan kandan kılıçlar kınlara güçlükle sokulmaktadır. Haynkıp savaş naraları atılmakta, düşmanın ismi bağrılarak “Utar! Al!” diye kılıçlar indirilmekte, “artık beni kim tutar?” diye gürlenerek meydan okunmakta, sırt sırta verilip güçler birleştirilmekte, yüksek sesle Övgüler düzülüp güç kazınürnakta, arslanlar gibi kükreyen yiğitler düşman başlarım doğramaktadır. Kâfir şehirlerine girilmekte, Burkan tapmaklar ı yıkılmakta, Buda heykelleri kırılıp kirletilmektedir. Bazan sahte ric’atle düşman aldatılmakta, bazan soğuk bir gecede yapılan ani baskınla düşman gafil avlanmaktadır. Böbürlenen ve barışı kabul etmeyen düşman tepelenmekte, alt ını gümüşü yağmalanmakta, erleri atları ganimet alınmakta, ölüm zehrini tatmayanlar tutsak edilerek utanç içinde bırakılmaktadır. Yenilenler ayıplanmakta, tutsakların utançtan başlan eğilmektedir. Utançla yaşamaktansa mal mülk yığılıp fidye olarak verilmekte, tutsaklıktan kurtulunmak istenmektedir. Savaşı kazananların baht güneşi doğmakta, yenilenlerin doğmuş güneşi batmaktadır.
Bir başka savaşta Karahanlıların karşısında Yabaku-Basmıl-Çomul ittiakı vardır. Yabakuîarm başında Böke Budraç, Karahanlıların başında ise Gazi Bekeç Arslan Tigin bulunmaktadır. Aradaki sınırın 7rtiş ırmağı olduğu anlaşılıyor. 7rtiş kıyılarındaki Karahanlı uç kuvvetlerini basmışlardır. Karahanlıların müttefikleri ise onları kıskandıkları için yardıma gelmemişlerdir. Bu savaş sıcak bir günde, bunaltıcı güneş altında olmuştur. Karahanl ıların 7rtiş kıyısında oturan boyları, muhtemelen Yemekler, mukabil hücuma haz ırlanmakta, fakat hakanı ve ondan gelecek yardımı beklemektedirler. Bu arada “bıçgas” denilen ve hakana bağlı kalacaklarını ifâde eden bir ant metni kaleme alıyorlar. Basmıllar toplanıp Bekeç Aslan Tigin’e doğru harekete geçiyorlar. Karahanl ı kuvvetleri ise geceleyin kalkıp Yamar suyunu geçiyor, şafakla birlikte Böke Budraç’ın ve Basmıl beyinin peşine düşüyor. Kâşgarh Mahmud Böke (Büke) maddesinde (DLT-III-227) Budraç’ın 700.000, Arslan Tigin’in 40.000 askeri olduğunu yazar. Buna rağmen Böke Budraç yenilmiş ve esir olmuştur. Aynı maddede Kâşgarh, savaşta bulunanlar ı gördüğünü ve onlardan bilgi aldığını kaydeder. Bu bilgiye göre savaş başlayınca Yabakular, başlarının üstünde göğü kaplayan yeşil bir dağ görmü şler. Dağdan kapılar açılmış ve üzerlerine cehennem ateşi yağdırılmış, bunun için yenilmişler. Kâşgarh Mahmud bunu Peygamberimizin mucizesi, yardımı olarak yorumluyor. Bugün de yaşayan “savaşlarda yeşil sarıklıların yardıma gelmesi” inançlarının daha o zaman mevcut olduğu anlaşılıyor. Bu bilgilerden savaşın Kâşgarh Mahmud devrinde vuku bulduğu ve Yabakuîarm müslüman olmadıkları da ortaya çıkıyor.
Karahanlı-Tangut savaşında ilk muharebe Tangutlarla Karun Sini şehri arasında cereyan etmi ştir. Karun Sırtı, Tangut ülkesi ile Çin arasında bir şehirdir. Karun Sırtı halkı muhtemelen, Tangutlara karşı Karahanlılarla ittifak yapmışlardı. Tangutlar Katun Sini şehri halkını hile ile mağlûp ettiler. Karahanlılar ise müsait bir fırsat kollayarak Tangutlan soğuk bir günde arkadan bastılar; askerlerini esir ederek, atlarını ganimet aldılar. Divan, Türk, Divanı Lügatit Türk, Kaşgarlı Mahmut, Divan-u Lügati’t Türk
Türk şiirinin en eski örneği olan Alp Er Tonga sagusundaki dörtlüklerde, bu büyük Türk kağanının ölümü üzerine duyulan üzüntü ve ard ından yapılan yoğ töreni kısa, canlı, veciz ifadelerle anlatılmıştır. Büyük bir destanın parçası olması kuvvetle muhtemel bulunan bu şiirde pek çok dörtlüklerin eksik olduğu muhakkaktır. Bu eksiklere rağmen şiirde başlıca iki tema kuvvetle hissedilmektedir. Temalardan biri dünyanın bozulmas ıdır. Karahanlı devrinin diğer eserlerinde, Kutadgu Bilig ve Atabet ül-Hakaayık’ta ve daha sonraki Türk şiirinde çok rastlanan bu tema, burada Alp Er Tonga’run Ölümüyle ilgilendirilmiştir. Bu efsanevî Türk hükümdarının ölümü, Türk içtimaî bünyesinde ve Türk ruhunda o kadar büyük ve derin tesirler bırakmıştır ki “dünyanın bozulmas ı” gibi her devirde görülen âlemşümul bir ruh hali, onun ölümünün neticesi olarak kabul edilmiştir. Alp Er Tonga’run ölümüyle “dünya erden boşalmış”, faziletler çürüyüp bozulmuş, bilge ve bilgin insanlar yoksullaşmış, buna karşılık kötü ve zayıf kimseler güçlenmiştir. Bunları düşünüp geçmiş günleri hatırlamakla şairin içi yan ıyor, kapanmış olan yarası açılıyor. 7kinci tema, “yoğ” törenidir. Atlarına binmiş olan Türk erleri, Alp Er Tonga’nm nâşının bulunduğu çadırın etraf ında çılgınlar gibi dönmektedirler. Kurtlar gibi ulumakta, yakalarını yırtıp yüzlerini kılıçlarla parçalamaktadırlar. Islık ve acı feryat sesleri birbirine karışmakta, yüzlerden akan kanla gözlerden akan yaş, kaşı gözü örtmektedir. Koşmaktan atlar iyice yorulmuş, acıdan ve saç baş yolmaktan erler hasta gibi olmuş, yüzleri sararıp safran sürülmüşe dönmü ştür. Üçüncü ve dördüncü kit’alardaki buy oğ tasviri, şairin müşahadesine dayanır. Öyle anla şılıyor ki yoğ sırasında şair de kopuzunu eline almış, bir taraftan gördüğü acı manzarayı tasvir etmiş, diğer taraftan içindeki ızdırap duygularını, dünyanın sahipsiz kalması şeklinde dile getirmiştir. Müteakip asırlarda destan şairleri tarafından durmadan beslenen bu ilk dörtlüklere “dünyanın bozulmas ı” ile ilgili kıt’alar eklenmiş, böylece destan zenginleştirilmiştir. :ayet destanın bütünü elde bulunsaydı, bu saguda daha ne gibi motiflerin ve temalar ın yer aldığını görmek mümkün olacaktı.
Dîvânü Lûgati’t-Türk‘teki bir başka küçük ağıt çok sadedir. Ölen beyin; düşmanları püskürttüğü, cömert olduğu, kışın bile sofrasının açık bulundu ğu sade bir dille anlatılmıştır. Divan‘daki dörtlüklerde ikinci derecede önem taşıyan konu bahardır. Baharın gelişi ve tabiatın canlanışı fevkalâde renkli ve coşkun bir üslûpla anlatılır.
Karlar erir, seller akar, mavi bulutlar gökyüzünde kayık gibi yüzerler. Dağlar, ovalar yeşerir, sanki yer yüzüne yeşil döşek yayılır. Tomurcuklar birbirlerine dolanıp patlarlar; inci kabı açılmış gibi olur. Bin bir çiçek al, sarı, mor renkleriyle dünyayı doldurur. Misk kokulan etrafa saçılır, kurtlar kuşlar çifter çifter etrafa yayılır. Yer yüzü âdeta cennete döner. Bu manzarayı görenler, kış bir daha gelmeyecek, hayvanlar artık inlerine girmeyecek sanır. Gök yüzünde parlak ay yükselir, etrafında hâleler dolanır. Ara sıra rüzgâr eserek gelir; bulutlar kümelenip beyaz ağlarından yağmur yağdırırlar. Sular iyice kabarır, göller köpürür. Dünya iyice ısınır. Dağ keçileri, kulanlar, ceylanlar, geyikler zıplayıp oyanaşarak yaylaya doğru koşarlar. Sığırlar, boğalar böğrüşür. Atlar kısrak sürülerinin içine dalıp kişnerler, sürüdeki hayvanlar sevinç içinde birbirlerini ısırıp oyna şırlar. Beyler, bol otla beslenmiş semiz atlara binip dolaşır. Koçlar tekeler sürüden ayrılır, koyunlar ın keçilerin sütleri sağılır, oğlaklarla kuzular birbirlerine karışır.
Pastoral şiirin bu harikulade örneklerinde hiç mübalâğa yoktur. Türklerin bozkır hayatını renklendiren ve canlandıran otlar, çiçekler ve hayvanlar birkaç küçük benzetme ile, çok tabii manzaralar halinde tasvir edilmişlerdir. Buradaki bahar tasviriyle Kutadgu Bilig’in başında yer alan bahar tasviri arasındaki benzerlik, aynı hayatın ve tabiatın aksi olmaktan doğar.
Av eğlencelerini anlatan bir şiir de aynı şekilde bozkırdaki Türk hayatının canlı sahnelerini verir. Ağzı kaza benzer sürahiler, içki dolunca göze benzer kadehler dizilmiştir. :airler kopuzlar ıyla en güzel parçaları çalmaktadır. Gam keder bir yana atılmış, dostlar sevgililer neş’e içinde eğlenmektedir. 7çki içilip haykırılmakta, arslanîar gibi kükrenilmekte, oyunlar oynayıp zıplan ılmaktadır. Obanın gençleri, bir yandan ağaçları sallayıp yemiş toplamakta, bir yandan kulan geyik avlamaktadır. Doğan ve tazılarayla ava çıkan gençler, domuz ve tilki sürmekte, yakalanan avlar taz ıların dişleri arasında obaya getirilmektedir. Bir kısım gençler binilmemiş taylara binip onları sakinle ştirmeye çalışmaktadır. Eğlence bayrama dönü şmüştür; gençlerin başarıları beklenmekte, onlarla övünülmektedir.
Bu şiir, yılın belli zamanlarında tekrar edilen bir geleneği anlatıyor gibidir. Anlaşıldığına göre bahar mevsiminin belli bir zamanında, av mahallinde toplanan oba bir yandan eğlenmekte, bir yandan da gençleri meyve toplamak, av avlamak gibi işlere alıştırmaktadır. Hiç binilmemiş tayları gençler terbiye ederek binek atı haline getirmektedir. Bu işler gençler arasında bir nevi yarış gibi olmakta, başarı gösterenlerle övünülmektedir.
Geceleyin bir kurdun peşine düşmüş yiğidi anlatan şiirde birkaç dörtlük içinde kurdun âni yakalan ışının hızını buluruz. Kara kızıl börüyü görür görmez avcı katı yayını kurmuş, fakat kurt tepeyi aşıvermiştir. Avcının atı ileri atılmış, yüzer gibi koşarak kurdu kovalamaya başlamıştır. Bu arada göğü bulutlar kaplamış, yağmur ve dolu bast ırmıştır. Uzun bir kovalamacadan sonra kurdun gücü tükenmiş, yağmur altında ıslanan zavallı kurt, avcının karşısında titremeye başlamıştır. Fakat çare yoktur. Avcının köpeği âni bir hamleyle kurdun boğazını yakalayarak onu yere çalmış ve boğmuştur.
Aşk ve sevgili hasretiyle ilgili iki şiirde lirizm hakimdir. Baygın gözlü, siyah benli, güzel yüzlü sevgilisini kaybeden âşığın gözlerine uyku girmez, içi hasretle yanar, benzi solar, gözlerinden akan kanlı yaşlar deniz gibi olur, üzerinde kuşlar uçar. Her iki şiirde de sevgilinin hayali bir an için âşığa görünüyor, ona gözüyle işaret ediyor. Bu bir anlık hayal âşığa ilâç gibi gelmiş, onu âdeta iyileştirmiştir. Fakat hayal bir yolcu gibi kaybolmuş, donup kalan zavallı âşık tekrar kederlere boğulmuştur. Bir dörtlükte ise çok canlı bir aşk sahnesi vardır. Evin içinde iki sevgili oynaşır. Erkeğin gönlü kaynar, kız boyun kırarak nazla onun üstüne gelir. Bu aşk oyununda erkek yorgun düşmüştür.
Bu iki aşk şiirinden “kaçar” kafiyeli olan dört dörtlük, Oğuzlardan veya Kıpçaklardan derlenmiştir, onlara aittir.
“Hilekâr Ortak” diye adlandırdığımız şiir, konusunun farklılığıyla dikkati çeker. Bu şiirde, aynı zamanda dünür olan iki ortaktan birinin diğerini aldatması konu edinilmiştir. Hilekâr ortak, dünürünün koyunlarını, atlarını, cariye ve kölelerini alıp götürmüş (muhtemelen eksik göstermiş), “biste” denilen bir aracıyla malların onda birini ona vermek suretiyle anlaşarak ortağını aldatmıştır. Kandırılan ortak, onunla tanışıp hısımlık ve ortaklık kurduğuna pişman olmakta, başkalarını da ikaz etmektedir.
Turgut Günay’m “Türk Halk Şiirinde İlk Deyişme Örnekleri” adlı makalesinde (*) ortaya koyduğu gibi atışma ve dedim-dedi tarzlarının en eski örnekleri de Divan‘daki dörtlükler arasındadır. Dedim-dedi tarzına ait iki dörtlük vardır. “Aydum” ve “aydı” kelimeleriyle başlayan bu dörtlüklerin konusu aşktır. Atışma ise sekiz dörtlükten ibarettir ve kışla yaz arasında geçmektedir. Kış ile yazın çekiştiği ve birbirlerine hünerlerini anlatarak yenişmeye çalıştığını anlatan ilk iki dörtlük giriştir. Ondan sonra üç dörtlük kışın ağzından, üç dörtlük de yazın ağzmdan karşılıklı olarak verilmektedir. Mevsimler bir yandan kendi müsbet vasıflarını, bir yandan rakiplerinin menfi vasıflarını sayarak galip gelmeye çalışmaktadırlar. Kışa göre insanlar ve hayvanlar kış gelince dinçleşip iyileşir; yılanlar çiyanlar ise yazın çıkar. Yaza göre yoksullar kışın soğuğundan titreşir, güzel sesli kuşlar ise yazın çıkar. Edebiyatımızın bu ilk atışma örneğinde mevsimler konuşturulmak suretiyle intak yapılmaktadır.
Dîvânü Lûgati-t-Türk‘teki dörtlükler üslûp bakımından kısa, veciz ve yoğun olmalarıyla dikkati çekerler. 7-8 hecelik mısralardan meydana gelen ufacık dörtlüklere bazan bir savaş sahnesinin heyecanlı vuruşmaları, bazan canlanan bir tabiatın bütün güzellikleri, bazan bir aşk sahnesinin işveli oyunları sığdırılıvermiştir. O zamanın Türk dinleyicisine belki de hemen kendilerini açıveren bu dörtlükler, asırlar sonra canlılıklarından pek fazla birşey kaybetmemelerine rağmen bazan güçlükle çözülmektedirler. Kâşgarlı Mahmud hiçbir şiiri bütün olarak vermemiştir. Her dörtlük başka bir kelimenin örneği olarak geçmekte ve farklı yerde bulunmaktadır. Ancak konu birliği ve dördüncü mısralarda bulunan şiirin ortak kafiyesi, aynı şiirlere ait dörtlükleri bir araya getirmeye imkân vermektedir. Dörtlükler sıralanınca şiir daha iyi anlaşılmakta, bütün manzara canlanıvermektedir. Kâşgarlı Mahmud’un “Yabakularla yapılan savaşı anlatıyor, esir olan bir beyi anlatıyor, baharı anlatıyor…” şeklindeki izahları da şiirlerin anlaşılmasında önemli ip uçlarıdır. Divan, Türk, Divanı Lügatit Türk, Kaşgarlı Mahmut, Divan-u Lügati’t Türk
Dîvânü Lûgati-t-Türk‘teki bazı şiirler beyitler halindedir. Çoğu aruzla yazılmıştır, aruzun “müstef’ilün müstef’ilün müstef’ilün”, “mef’ûlü fâilâtün mef’ûlü fâilâtün” ve “mef’ûlü fâilâtün mef’ûlü fâilün” vezinlerine ait örnekler daha fazladır. Bunların yanında “feilâtün feilâtün fâilün”, “fâilâtün fâilün”, “fâilâtün fâilâtün fâilün” gibi vezinler de görülür.
Beyitler çoğunlukla musarrâdır, yani mısraları birbirleriyle kafiyelidir. Hatta musarrâ gazellerde olduğu gibi aynı kafiyenin birkaç beyit devam ettiği görülür. Umumiyetle yarım kafiye ve eklerden meydana gelmiş redif kullanılmıştır. Birinci mısraı serbest olan beyitler çok azdır.
Divan‘daki beyitlerde umumiyetle âşıkane ve hikemî konular işlenmiştir. Hamasî ve pastoral konulara ait beyitler daha azdır. Bir kasideye ait üç beyitte ise hizmetinde bulunulan sultan övülür. Beyitlerde, dörtlüklerdeki coşkunluk, akıcılık ve tasvir gücü görülmez. Vezin bakımından da pek çok hatalara rastlanır.
Kaynak: http://www.bilgicik.com/yazi/kasgarli-mahmud-ve-divanu-lugatit-turk/ 07.11.2008