KAYBOLAN DEĞERLERİMİZ

Misafir Kalem
Prof.Dr.Hayrani ALTINTAŞ haltintas@ttmail.com

Yüce Allah canlılığın kaynağıdır. İlahi yaratma eylemi ile Fail olan yüce Allah varlıklara hayat bahşetmiştir. Esasen, bu gün ilimler, bütün varlıkların canlı olduğunu, cansız varlık diye bir şeyin bulunmadığını bildirmektedirler. 05.12.2010 /
HAYATIN ANLAMI

Türk değerleri hayatın her sahnesini ilmik ilmik dokur ve ortaya Türk hayat felsefesinin kumaşı çıkar. Bu değer hükümleri, böylece, hayata güzel gözle bakan, iyimser, hayattan meşru bir surette zevk alan, diğergamcı, hayatın anlamını keşfedip ona iştirak eden, güzelleştirici bir anlayışı gözler önüne sererler. Onun için hayat felsefemiz aşkın, yüce bir Varlığın huzurunda O’na doğru bir seyir takibeder. Denilir ki. “İnna lillah ve inna ileyhi râciun(O’ndan gelik, O’na dönüyoruz)”

Canlı varlıklarda, doğumdan ölüme kadar geçen sürede gerçekleştirilen faaliyetleri sağlayan olguların tümüne hayat denir.

Hayat: Diri olmak demektir. Bu anlamda yüce Allah’ın bir sıfatıdır: Hayy yani Diri. Hayat sahibi olması itibariyle Hacc suresi 66.âyette bildirildiği gibi, yüce Allah yarattıklarına da canlılık verendir.

Bu itibarla, yüce Allah canlılığın kaynağıdır. İlahi yaratma eylemi ile Fail olan yüce Allah varlıklara hayat bahşetmiştir. Esasen, bu gün ilimler, bütün varlıkların canlı olduğunu cansız varlık diye bir şeyin bulunmadığını bildirmektedirler.

Yüce Allah, Hayy(Diri) olarak Bakara(2), 255; Âl-i İmran(3), 2; Tâ Hâ(20),111; Furkan(25), 58; Mümin(40), 65 ve Muhyi(Dirilten, Can Veren) olarak Rum(30), 50; Fussilet(41), 39. âyetlerde zikredilmektedir.

Bu yönden yani hayatı veren olması itibariyle, hayat yüce Allah’a aittir(En’am, 162). Hayatı veren onun nasıl kullanılması gerektiğini de bildirmiştir.

Hayat kelimesi, Kur’an’da kozmolojik, biyolojik ve ahlaki anlamlarda kullanılmıştır.

İnsan, hayvan ve bitki, ruh ve nefs ile canlı kılınmışlardır. Topraktan meydana getirilmiş bedene ruh üfleyerek onu canlı kılan(Hicr, 29) yüce Allah’tır.

Gene Kur’an-ı Kerim’de, hayata gelmeye yardım eden olarak Cebrail’den “ruhu’l-kudüs” şeklinde Bakara(2), 87, 253; Maide(5), 110 ve Nahl(16),102. âyetlerde söz edilir.

Bilindiği gibi, Müslüman filozoflardan bazıları da Cebrail’den, bu anlamda, “faal akıl” olarak söz ederler.

Tasavvufta, insanî hayat, gerçek anlamda, ancak mevt-i iradî denilen irade ile ölümden sonra yani kötü niteliklerin temizlenerek ortadan kaldırılmasından ve “Allah’ın ahlakıyla ahlaklandıktan” sonra gerçekleşir.

Filozoflar, fizyolojik bir hayattan söz ederken ona ahlaki bir hayatı eklemeyi ihmal etmezler. Bu demektir ki, insanın bir fizyolojik hayatı olduğu gibi bir de ahlakî hayatı vardır. Fizyolojik hayat, tabii ihtiyaçlarla kendi belli eder. Hayatın devam edebilmesi için, bu ihtiyaçlar mutlaka giderilmeli veya tatmin edilmelidir. Yani kişi, mutlaka uyumalı, yemeli, içmeli, gezmeli ve sağlığını korumalıdır. Eskilerin “hıfzı’s-sıhha” dedikleri ilmin bir kısmını bunlar teşkil eder. Fizyolojik hayat tabii ihtiyaçların karşılanması demektir.

Bu hayatın yanında, bir de, ahlaki hayattan söz edilir ki, kişiyi insan yapan esas hayat budur. Ahlaki hayat, insan olmanın bir gereğidir. Çünkü nerede bir insan topluluğu varsa orada bir ahlak vardır. Adı ne olursa olsun insanların meydana getirdikleri topluluğu devam ettirecek, orada huzur ve güveni sağlayacak bir düzenleme veya kurallar düzeni mutlaka vardır. En üstün topluluklardan en aşağı topluluklara kadar her insan topluluğunda böyle bir düzenleme mevcuttur. En asil insanların riayet ettikleri bir ahlak olduğu gibi, hırsızların veya haydutların da uyguladıkları bir ahlakları vardır.

Bu yönden, esas hayat, ahlaki hayattır. Çünkü sadece insan toplulukları için ahlak söz konusudur.

Böyle bir hayatı yaşamak için, ama insanca yaşamak için bazen ölmek bile gerekebilir. Bundan dolayı filozoflar, gerçek hayatta yaşamak için bu hayatta ölmek gerektiğini ifade etmişlerdir. Bu husus şu şekilde bir düşünce kalıbıyla değerlendirilmiştir: ” Ölmeden evvel ölmek”. Bu ifade, iradi bir ölümü göstermektedir. Bir tabii ölüm vardır ki, herkesin eceli ile vuku bulacak olan haldir. Bir de şehvetlerin öldürülmesi demek olan ve irade ile gerçekleşen ölüm vardır ki, işte o, ahlaki hayatı gerçekleştirir.

Ölmeden evvel ölmek, psikolojik “ben”in yani nefsin, dinî, ahlakî, millî, manevî, insanî, mantıkî ve ilahî emirlere aykırı arzu ve isteklerine gem vurarak gerçek anlamda insan gibi yaşamak demektir. Bir başka ifade ile Yusuf suresinin 53. âyetinde belirtildiği veçhile, dizginlenmediği, Kur’anî emirlerle murakebe altında tutulmadığı sürece, kişiye, daima, kötü olan hususları emreden ve “emredici nefis” olarak adlandırılan, istek, arzu ve eğilimlerimizin hepsini içeren nefsimizin bize ve topluma zararlı telkinlerinden kurtulma demektir.

Güzel yaşamak yani yüce Allah’ın emir ve yasaklarına uygun tarzda yaşamak suretiyle, tıpkı Yunus Emre, Hacı Bayram Veli ve Mevlana gibi şahsiyetler halinde yaşamak, hakiki insani varlığa sahip olmak demektir. Bu şekilde, kötü istek ve arzular öldürülmüş onların yerine gerçek insani niteliklere hayat verilmiş olunmaktadır.

İşte, bu çerçevede, herkesin gerekli ihtiyaçlarını karşılayarak varlığını devam ettirdiği bir “fizyolojik hayat”ı bir de buna ek olarak insan olma haysiyetini ortaya koyan “ahlakî hayat”ı vardır.

Ama önemli olan, en az fizyolojik(yeme, içme, giyim, kuşam ile ilgili) hayata verilen kıymet kadar ahlakî hayata da değer vermektir.

Çünkü fizyolojik hayata gerekli ihtimamı göstererek maddi varlığı devam ettirme, ahlaki hayata da gerekli hassasiyeti göstermeyi gerekli kılar. Zira insan ruh ve bedeni ile insandır.

Bu husus, hayatın içinde karşılaşılan hazların, zevklerin ve fırsatların değerlendirilmesini yani ölçülüp biçilmelerini ve tartılmalarını gerekli kılar. Bu tarz bir değerlendirme için, elbette, hayatın hikmetinin idrak edilmesi lazımdır.

İnsana hayatın verilmesinin temelinde, onun, Veren(Vehhâb)’in isteklerine göre yaşanması yatmaktadır. Bu da, düşünceye bağlıdır. Pek çok filozof bu husus üzerinde durmuşlardır. İnsan için şu temel kuralı sık sık tekrar etmişlerdir: “Hayatın hikmetini bilmek gerekir.”

İnsanlar sık sık hayattan şikâyet ederler. Ama şikâyet, yaşamaktan değil; istediğimiz gibi yaşayamamaktandır. Halbuki kişiye düşen görev, hayatı, onu Veren’in istediği gibi yaşamaktır.

Kur’an-ı Kerim’de pek çok âyeti kerime dünyanın insanlara verildiğini ifade eder. Hatta insanlar hayata varis kılınmışlardır. Hayatın temiz nimetleri de, helal olarak insanlara bahşedilmiştir. A’raf suresi, 32. âyet buna işaret eder. Bunun yanında, Âl-i İmran,14, Kehf 46, Nur,33 ve Kasas, 60. âyetinde belirtildiği veçhile, hayatın pek çok nimetleri de insanlara sevdirilmiştir. Bu, hayatın güzel yaşanması için yapılmıştır. Büruc suresinde belirtildiği gibi, hayatı yoktan var eden yüce Allah’tır.

Ancak, sevdirilen dünya hayatında görevler asla unutulmamalı ve hayat, yukarıda da işaret edildiği gibi, onu verenin emir ve yasakları doğrultusunda yaşanmalıdır.

Hayat cazip görünür(Bakara, 212) , fakat onun kişiye sağladığı menfaatler geçicidir. Çünkü, hayatın bütün nimetleri bir irade sınaması için verilmişlerdir. Bu hayat, öbür hayat için bir hazırlık zeminidir. Bu hayatta kişiye bahşedilmiş olan her şey, kutsal kitapta belirtilen ölçüler içerisinde, ilahi emer ve yasaklara uygun biçimde, kişinin kendisine ve diğer insanlara fayda ve mutluluk verecek şekilde kullanılmalıdır. Aksi halde, Âl-i İmran 185 de belirtildiği gibi, hayat, bir aldatma unsuru olur.
Dünya hayatı, En’am 32 de bildirildiği şekilde, sonsuz ahiret hayatı yanında bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Bu hayatı, amaçlı, değerli, görevlerin gereği gibi yerine getirildiği mutlu bir hayat haline getirmek onu oyun ve eğlencenin ötesinde hakikaten yaşanmaya değer bir hayat kılmak önemlidir. Kişi, Kehf, 28 de ifade buyrulduğu gibi, hayatın süsleri olan güzelliklere aldanıp görevler unutulduğu zaman, çorak bir toprağa hayat veren bir su gibi(Kehf,45) olur, su bitince suyun verdiği yeşillikler de biter. Ahiret hayatının yanında, ancak bir iki gün gibi bir kıymet arz eden bu hayat, geçiciliği itibariyle çok az bir fayda(Tövbe,35) temin eder. Sadece bu hayatı isteyene istediği verilir(Hud,16); fakat o, ahiretteki nasibini unutmuş olur.
Dünya hayatı sonsuz nimetlerin yaşandığı değerli ve önemli bir hayat olan ahiret hayatının yanında çok kısa ve önemsiz bir hayattır.
Bundan dolayı, Kur’an- Kerim, gayesine uygun bir hayat yaşamayı öğütler.

Kaynak: http://www.yeni.ankarasayfasi.com/koseyazisi-54-KAYBOLAN-DEGERLERIMIZ.html

Bir yanıt yazın