“Kontrol edilemeyen kötü eğilimler sebebiyle yapılan her davranış,
yakın ve uzak sonuçlarıyla insanın hayatını derinden etkilemektedir.”
İnsanoğlu geçici bazı menfaatlere erişebilmek için, hem fânî ve hem de ebedî hayatını tehlikeye atmaktadır. Her şey insanın emrine ve menfaatine verilmesine rağmen, çokları bu nimet ve imkanları kötüye kullanarak heder etmektedir. Uzun emel, insanın kalbini katılaştırır, gerçekleri göremez, ibadetlerden zevk alamaz hale getirir. Kalplerin uyanık, vicdanın doğruyu gösterebilmesi için, ölüm bilinci ve dünya hayatının faniliği gönüle iyi yerleşmelidir. Bu duruma Rabbimiz, En’âm Sûresi (6): 43. ayet-i kerimede mealen şöyle işaret etmektedir. “Hiç olmazsa kendilerine baskımız (stres ve sıkıntı veren belalar) geldiği vakit yalvarsaydılar bari. (Çünkü insan genellikle Rabbini darda kaldığı zaman, daha çok ve derinden hisseder.) Fakat (iman, amel ve ihlas zaafından) kalpleri katılaşmış, (nefis) şeytan (ve şeytanlaşmış insanlar vasıtasıyla medya vs.) de bütün yaptıklarını (kötü bil olsa) kendilerine güzel göstermişti.” Kurân’ın rehberliğindeki gaybe iman ve ahiret hayatının gerçekliği, insanın günlük hayatına ve davranışlarına yansımalıdır.
Kendimizi tehlikeye atmayalım başlıklı yazımı; sıhhat, ahlâkî ve toplumsal değerlerle irtibatlandırarak tasarlarken, deprem veya bomba gibi bilinen hiçbir sebep yokken, Konya’da birçok masum insana mezar olan 150 milyarlık dairelerin bulunduğu 11 katlı binanın çöküşü hepimizi derinden sarstı. Küçük hesaplar ve kısa yoldan köşe dönme düşüncesiyle yapıldığı anlaşılan dışı lüks, çürük bina yere yığılıverdi. Bu acı gerçek, bu konuya vermemiz gereken önemin en canlı örneği oldu. Artık yeşili hatırlatan “zümrüt” yıkıntı ve çıkarılan cesetlerle zihnimizde canlanacak gibi. Nice değerli kelimelerimiz, haksız kazanç ve ticaretlere feda edilerek kavramlarımızın içi boşaltılıyor. Eğer kişi gerçekten dindar ise, münafıkça bir tutumla bilhassa dinî kavramların dejenere olmasına tahammül edemez. Dinî inanç ve kabuller, çıkarlarından daha üstün tutulmadıkça, Hakkın rızasına erişmek mümkün olamaz.
Bu olayla sadece binalarımızın çürüklüğü ve çökebileceği değil, aynı zamanda ahlâkî ve toplumsal çöküşün de kıyısında olduğumuz, acı gerçeğiyle karşı karşıya geldik. Toplum ve şahıslar zıvanadan çıktığında, onları hizaya getirecek kanunî, ahlakî ve dinî inanç gibi güçlere ihtiyaç vardır. Bunların işlevini kaybettiği toplumlarda yaşamak eziyet haline gelir. Böylesi toplumlarda hiç kimse neticeden memnun olmadığı halde, değerlerden uzak bir gündem ile hayatlarını ve her iki geleceklerini mahvetmektedirler.
Yapı malzemesi eksik ve çürük her bina, hem yapan hem de talip olan için büyük bir çılgınlıktır. Ölüme sebep olanlar için kanunî ceza az olsa bile, varsa eğer vicdan azabı ve korkuncu ebedî azap kaçınılmazdır. İslam tarihinin başlangıç noktası “hicret” kötülüklerden iyiliğe yapılan yolculuktur. Bizler için de, hayatımızı mükemmelleştirmek için böyle bir hicrete ciddî ihtiyaç vardır.
Bırakınız gayri meşru kazançlar peşinde olmayı, münafıklıktan kurtulabilmiş gerçek Müslümanlar, ellerindeki mülk ve nimetleri infak yoluyla muhtaçlarla da paylaşmak durumundadırlar. Vererek mutlu olmanın yerini başka hiçbir güzellik dolduramaz. Mutlu olmak istiyorsanız, etrafınızdaki insanları mutlu etmeye çalışınız. Nitekim Rabbimiz, “Allah yolunda (tedarik ettiğiniz mülkten) infakta bulunun. Fakat (mal kazanmak sevdasına kapılıp), kendinizi ve başkalarını tehlikeye atmayın. Güzel hareket edin, çünkü Allah güzellikle (davranan ve ibadet) edenleri sever” buyurmaktadır. (Bakara Sûresi, (2):195).
Kanuni müeyyideden yoksun, din, iman, Kur’ân ve vicdanın hilafına sadece zevk ve menfaat için yaşayanlar netice olarak;
“Kimi vicdana dokundu, kimi cism-ü cana,
Zevk namına ne yaptımsa pişman oldum.”
diye inleyerek giderler, ama son pişmanlık fayda vermez. Can tende iken, malın, hayatın, sıhhatin ve zamanın kıymetini iyi bilmeli, en güzel şekilde “durum teorisi” uygulanmalıdır.