MÜSLÜMAN OLMA BİLİNCİ ve GÜVEN DUYGUSU

İslam yüce yaratıcı Allah’ın kullarından razı olduğunu beyan ettiği[1] hayat nizamıdır. Bu nizamı, hayat anlayışı olarak kabul eden kişiye dilimizde müslüman denir. İslâm, kişiye birçok özellik kazandırır veya kazandırmalıdır.

Bilinç, insanın varlığında önemli bir boyuttur. Kişinin kendini görüş ve algılayış biçimi olarak ifade edilebilecek bilinç, kişinin davranışlarını önemli ölçüde etkileyen ve belirleyen psiko-dinamik bir yapıdır.[2] Bu açıdan müslümanın kendini algılayış şekli önem arzetmektedir. Biz bu çalışmamızda günümüz müslümanının içinde bulunduğu açmazları göz önünde bulundurarak, ideal müslümanlığın kişiye kazandıracağı güven duygusunu inceleyip dikkatlere arzetmeye çalışacağız.

En genel anlamıyla din, insanın temel güvensizliğini aşması için toplumda yerleşmiş bir kurumdur.[3] Din, insan hayatının her yönünü kuşatır. Bu yönüyle İslâm dini, insanın hayatta karşılaştığı durumlara cevaplar sunan ve ona nasıl yaşaması gerektiği hususunda yol gösteren ilâhi bir sistemdir.

Müslümanlık, insanın yaratılış gayesine uygun olarak Allah’ın emir ve hükümlerine teslim olmayı gerektirir. Bu teslimiyet başka hiçbir din ve sistemde bulunmayacak bir güven ve emniyet duygusunu inanıp teslim olan kişiye sağlar. Çünkü o kendisini en iyi bilen[4] ve alemlerin Rabb’i olan[5] yaratıcısına inanıp, sığınmıştır ve O’na sığınanın kurtulacağını[6] bilmektedir. Şuurlu müslüman iç dünyasının farkında olmaya özen gösterir. Farkında olduğu her şeyi hesaba katarak, niyetinin doğrultusunda stratejik olarak hareket eder. Müslümanların misyonu fevkalade önemlidir. Kur’an bu misyonu şöyle ifade eder “Siz, insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu emreden, fenalıktan alıkoyan, Allah’a inanan hayırlı bir ümmetsiniz.”[7] Hayırlı ümmet olmanın önemli gerekleri söz konusudur.

Şimdi makalemizin ismini oluşturan kilit kelimeleri inceleyerek hayırlı ümmetliğin gereği olan bilinçli müslüman tipini ön plana çıkarmaya gayret edeceğiz.

Müslüman “slm” Teslimiyet, Mü’min “emn” Güven

Müslüman kelimesi; Arapça “zahiri ve batıni felaketlerden uzak olmak” manasına gelen “slm” kökünün[8] if’al babının ismî faili olan müslim kelimesine Farsça “an” sıfat eki getirilerek yapılan “müslîmân”dan dilimize geçmiştir.[9] Müslüman; Allah’ın emir ve hükümlerini teslim, kabul, inkıyad ve içten doğan bir bağlanma ile kibir ve inadı terk ederek Allah’ın kazasına teslimiyet gösteren kimsedir. Müslüman olmak demek, İslâmiyet’in inanç, ahlâk ve yaşayışa ait esaslarının tam olarak tatbik edilmesi demektir. Müslüman olduğunu söyleyen kişinin, dinin esaslarına göre algılayıp, düşünüp, hareket etmesi gerekir. İnsanı daima salih amele teşvik eden Kur’an-ı Ker’im, kurtuluşun salih amel işlemeye bağlı olduğunu sıkça vurgulamaktadır. “Her kim benliğini arındırıp tezkiye ederse, kesinlikle kurtuluşa erecektir. Onu karanlığa gömen ise, hüsrandadır, kaybetmiştir.”[10] İslâmi hayat prensiplerinin temsilcisi olmak durumundaki müslüman, İslâm inanç ve hayat anlayışına tam olarak uymadıkça yalnız müslümanlığını itiraf etmesi, ona fazla birşey kazandırmaz.[11] Cenab-ı Hak bu noktada müslümanları şöyle ikaz etmektedir. “Allah’ın ayetleri size okunur, aranızda da Peygamberi bulunurken nasıl inkar edersiniz? Kim Allah’ın Kitabına sarılırsa şüphesiz doğru yola erişir. Ey inananlar! Allah’tan, sakınılması gerektiği gibi sakının, sizler ancak müslüman olarak can verin. Toptan Allah’ın ipine sarılın, ayrılmayın.”[12] ”Eğer yüz çevirirseniz bilin ki, ben sizden bir karşılık istemiyorum. Benim ecrim Allah’a aittir. Müslümanlardan olmakla emrolundum.”[13] Bilinçli müslüman yaşayışını Kur’an’ın hükümlerine azami ölçüde uydurmağa çalışır.

Mü’min kelimesi; “huzur”, “kalbin mutmain olması” ve “korku karşısında güven ve emniyet” manasına gelen “emn” kelimesinin if’al ölçüsünde ism-i failidir. Bu kelimenin dördüncü babı, “korkusuz kılmak” ve “bir şeye veya birisine inanıp-güvenmek” manasına gelir.[14] Mü ‘min; Allah’a, Rasülü’ne ve risaletin muhtevasına inanıp-güvenen kimsedir.[15]

İman; mutlak tasdik etmek, yani bir habere, bir hükme, bir şahsa, bir varlığa kesin bir şekilde, içten gelerek, samimiyetle inanmak, onu doğrulamak, teyid etmek, doğru söyleyeni kabullenip benimsemektir. Tasdik ile kalb, huzur ve sükûna erer, güven ve emniyete kavuşur, rahata erer, ifade edilen söz veya sözün sahibi de yalanlanmaktan emin olur.[16] Belirli bir dine mensup olmak, belirli hususlara inanmak, onların varlığını doğrulamak ve onlara güvenmek anlamına gelir .[17]

Bilinçli müslüman için hayatın gayesi; imanın gereğini düşünce ve davranış planında güçlü kılarak Rabb’ine kul olmak ve O’nun rızasını kazanmaktır. İnanan insana yakışan tevhid düsturunu hem kendi derununda gerçekleştirmek, imanı taklitten tahkik derecesine yükseltmek, hem de bu gerçeği dış dünyaya yansıtarak, yaşamak ve yaşatmaktır. İnsanların ne duydukları ve düşündükleri önemli değil, ne yaptıkları önemlidir.[18] Din sadece vicdan işi olmayıp, sosyal hayata da direkt etki eden bir kurumdur. Mü’minlerin dost ve yardımcısı Allah’dır.[19]

Lugat bakımından müslüman kelimesi âmm, mü’min ise hassdır. İman yalnız kalb ile olur, İslâm ise kalp, lisan ve azalar ile olur.[20] Biz bu çalışmamızda gerek kelâmda ve gerekse lugat açısından olan farkları ön plana çıkarmadan günlük kullanımdaki ayniyetini dikkate alarak her iki kelimeyi de kullanacağız.

Konu başlığımızın ikinci kilit kelimesi olan bi1inç; anlama, anlayış ve şuur manalarına gelip, insanın düşüncesi, duygusu, irâdesi, karakteri, heyecanı, hafızası, kanısı, sezisi gibi zihinsel süreçlerin toplamıdır. İnsanın davranışlarına yön veren düşünce de bilincin ürünüdür. İnsanî aktivite ve girişkenlik bilinçle gerçekleşir ve insan olaylardan oluşan tecrübesiyle hadiselere egemen olabilir. Okuma, işitme, deneyip yaşamayla elde edilen bilgi kültürünün bir sonucu olarak ortaya çıkan bilinç; şuur, idrak, vicdan anlamlarında da kullanılmaktadır.[21] Bilinç farkında olan, bilincin içeriği ise farkında olunan şeydir.[22]

Kendi varlığından ve benliğinden haberdar olma hissi olarak da tarif edilen bilinç,[23] insanın kendisini çevreleyen şeyleri fark etmesini, algılamasını, kavramasını ve istediğini yapmasını da gerçekleştirir. İnsanların düşünme biçimleri, yaşama biçimlerinin sonucudur. Ondan dolayı düşündüğünüz gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi düşünmeye başlarsınız denilmiştir. İmanın insan hayatına getirdiği inkılabın altında da bu gerçek yatmakta ve İslâm kendisinden önceki bütün kötülükleri silip yok etmektedir.[24] İşte bu, tevhid şuurun insan hayatına getirdiği anlamdır. Eğer bu iman insanın şuurunun derinliklerinde yer bulmazsa Kur’an diliyle buna iman değil, kelime anlamıyla teslim olma denilmektedir.[25] Düşünce harekete geçtiğinde, mutlaka kesin sonuçlara ve doğru çizgiye ulaşmalıdır. Ona bu seviyeyi kazandıracak olan doğru bilgidir. Doğru bilginin kaynağı ise nasslar ve akl-ı selimdir.

İman ve Güven Duygusu

Güven; bir şeye, kişiye veya kendine karşı duyulan bel bağlama hissi, itimat etmek ve inanmak anlamına gelir.[26] Güven duygusu insanın temel ihtiyaçlarından biri olup huzurlu olabilmek için şarttır. .

Bir dine inanma kişiyi güvensizliğe karşı korumaktadır. İman, sahibine bir topluluğa ait olmanın huzurunu yaşatarak objektif bir hayat garantisi sağlamaktadır. Bir araştırmada gençler, eğer Allah’a olan imanlarını kaybedecek noktaya gelseler, hayatlarında hiçbir huzur ve rahatın kalmayacağını ifade etmişlerdir.[27] Yüce ve kudretli bir tek Allah’a iman eden mü’min, imanından aldığı emniyet duygusuyla kendi güç ve yeteneklerini kullanabilecek enerjiyi kendisinde bulacaktır. Allah’a gönülden bağlılık ve O’na karşı minnettarlık duymak kişiyi rahatlatarak güven duygusunu sağlayacaktır.

Din herşeyden önce Allaha güvendir. Onun esrar ve gizlilik dolu yollarına bağlılıktır. İnsan bu güven ve inançla zor ve güç anlarda muhtaç olduğu iç huzuru, iç emniyeti yanında bulur.[28]

İnsan davranışını onun labirentini, içinde bulunduğu durum ve şartları bilmeden tahmin etmek güçtür. Davranışları etkileyen önemli saiklerden birisi gelecek düşüncesidir.[29] İslâmı kabul eden kişi, İslâma dönmüyor, aksine fıtratında var olan sonsuzluk duygusunu tatmin ederek, kendi İslâmî tabiatını kavrıyor ve bu kavrayışını uygulamaya yöneliyor. İmanın müslümana güven duygusunu temin edebilmesi için, İslâmî prensiplerin kavranması ve içselleştirilmesi gerekmektedir. Aksi halde bazı bunalımlar söz konusu olabilir. Çünkü, bunalım, bizzat insanın kendi içinden gelmektedir. İnsanın şahsiyetindeki dengesizlik, zamanla aile ve topluma aksetmekte; dengesiz insanların çoğaldığı toplumlarda kitle halinde sosyal patlamalar görülmektedir. Dünyada maddi istek ve arzulara eriştiği halde huzur bulamayan modern insan Alman psikolog Jung’un da ifade ve tespit ettiği gibi ruh arıyor. Değişim ve toplumsal bunalımlar karşısında gücünü ruhî değerlerden alan iradeli insanlar, imanlarıyla güçlenen kişiliklerinin sarsılmasına fırsat vermezler.

İslâm dini insanın mutluluğu ve her türlü ihtiyacını karşılamaya kafidir. İnsan ömrü sınırlı olduğu gibi, bilgi ve tecrübesi de son derece kısıtlıdır. Böyle bir durumda, kişinin kendi fikir ve tecrübelerine dayalı alternatif bir hayat sistemi kurma gayreti ne kadar manasızdır.

İmanın insana kazandırdığı emniyet duygusuna erişebilmek için, tereddütsüz iman etmek gerekmektedir. Bu durum Kur’an diliyle mealen şöyle ifade edilir. “İnananlar, ancak Allah’a ve peygamberine inanmış. sonra tereddüt ve şüpheye düşmemiş; Allah uğrunda mallarıyla, canlarıyla cihat etmiş olanlardır. İşte onlar doğru olanlardır.”[30] Böyle bir iman ve doğruluk sahibi için güven duygusu yabancı değildir.

Yung’a göre orta yaştaki insanların problemlerinin hepsi dini inanç yoksunluğuna ve dinin öğretilerine başkaldırışlarına dayanmaktadır ve bu insanlar problemlerinden ancak dine dönmekle kurtulabilir.[31] Toplumun huzur ve mutluluğu, insanlar arasındaki güven duygusuna bağlıdır. Üyeleri arasında güven duygusu bulunmayan toplumlarda yaşamak başlı başına huzursuzluk kaynağıdır. Müslümanlığın şiarından olan selamlaşma; “selamün aleyküm” ifadesinin taşıdığı anlam müslüman toplumlarda adetten öteye geçmek durumundadır. Çünkü selâmın en önemli mesajlarından biri benden sana zarar yok, emniyet, güven içinde olasın, Allah’ın selameti de senin üzerine olsun şeklindeki güzel dua ve temennileri kapsamaktadır.

Emn-emniyet, bütün canlı varlıklar için bir sığınak anlamına gelir.[32] Elinden gelenin en iyisini yapan kişi hiçbir şeyden korkmaz. Korkunun yokluğu, yapmak istediği gelecekten egosunun hiçbir çıkar beklememesinden gelir.[33] Kur’an insanların ruhunda bulunabilecek korku, şüphe, nifak, küfür, şirk, zulüm, düşmanlık, hırs, yeis, tembellik, cehalet, taklid, taassub, kötü niyet… gibi ahlâkî, ictimai ve ruhî hastalıklara şifadır.[34] Kur’an, sinesini kendisine açanlara şifa ve güven bahşeder. “Kalbi düzgün olmadıkça, bir kulun, imanı düzgün olmaz. Dili düzgün olmadıkça da, kalbi düzgün olmaz.”[35] Kalbin temizliği, hiçbir karşılık beklemeden, emaneti gerçekleştirme ve hizmet bilinci içinde hareket etmeyi gerektirir. İç güzellik, kalp ve ruhun temizliği, haya ve iffet gibi güzel ahlaklardır ki, bunlar en değerli ve maddi külfet gerektirmeyen zinetlerdir. Neticesi itibariyle de insanın nice paralar sarfetmekle erişemeyeceği değere insanı ulaştırır. İç gözlem/nefis muhasebesi şuuılu müslümanın en önemli özelliklerinden birisidir. Kendi kalbine bakmayanın yaşamı bulanıktır; kendi yüreğine bakabilme cesareti gösterenler gönlünün muradını keşfedenlerdir.

Bir müslüman için dünya hayatındaki konum ve durum şu şekilde ifade edilmektedir. “İnsanların hangisinin daha iyi iş işlediğini ortaya koyalım diye, yeryüzünde olan şeyleri, yeryüzünün süsü yaptık.”[36] “Dünya hayatını ve güzelliklerini isteyenlere, orada işlediklerinin karşılığını tastamam, veririz; onlar orada bir eksikliğe de uğratılmazlar.”[37]

Mü’min, ümit ile korku arasındaki dengesini sağlam tutar ve vaki olanda bir hayır unsuru arar. Hoşlanmadığı şeylerde hayır, hayırlı gördüğü hususlarda da bazı şerlerin olabileceğinin[38] bilincindedir. Bu anlayış otomatik olarak ona güven duygusunu en üst seviyede kazandırır. O sahip olduğu herşeyin kaybolabileceğinin şuurundadır. Çünkü baki olanın sadece Allah olduğuna inanmış ve bunu benliğine nakşetmiştir. Her an en sevdiği insanı, eşyayı, malını ve servetini kaybedebileceğinin bilincinde olan kişi kaybettikleri karşısında isyankâr olmaz. Bilinçli müslüman gücünü sahip olduğu mal, makam, aile-efrat ve çevresinden değil gönlündeki imanından alır. İmanı sayesinde en üstün kişinin[39] kendisi olduğunu bilir. Müslüman dost ve yardımcısının Allah olduğunu bilerek doğru bildiklerini gerçekleştirme hususunda güçlüdür. Mü’minlere karşı alçak gönüllü imansızlara karşı ise izzet ve şereflidir.[40]

Hayatta pek çok mutsuzluk yaşarız. Bu kendi mutsuzluğumuz için devamlı başkalarını suçlamaktan kaynaklanır. Hayattan zevk almak için kendimizden başka kimseye bağlı olmadan yapabileceğimiz şeyler vardır.[41] Bilinçli müslüman baktığı her şeyde Rabb’inin kudret ve ayetlerini görür. Uzun emel sahibi değildir. Daima şükür haleti ruhiyesi içindedir. Dünyalık işlerde kendisinden aşağıda olanlara bakarak şükreder, uhrevî hususlarda kendisinden üste olanları bakarak daha çok gayret eder. O miskin de değildir ancak çalışıp gayretinin neticesini alacağını bilir ve dünyadan da nasibini unutmaz.[42] O, düşmanı olmayan kişinin kalitesinden şüphe etmek gerekir düşüncesiyle iç içe yaşar. Bilinçli müslüman bütün iş, davranış ve münasebetlerinde Rabbi’nin rızasını ön planda tutar ve menfaate dayanan ilişkilerin sürekli olamayacağının bilincindedir. Kendisine istediği bir şeyi veremeyince darılan, küsen kimsenin gerçek dost olamayacağının da farkındadır. Yaptığı iyiliklerin kötü1ük1eri silip yok edeceğini[43] bildiğinden daima iyilik yapmağa gayret eder ve yaptığı iyilik1erden bir karşılık beklemez.[44] Bilinçli müslüman dininin ona, gerek birey gerekse toplum olarak huzur, mutluluk, tutarlılık ve uyumluluk sağlayacağının şuurunda hareketlerini kontrol eder.

Din bir bütün olduğu gibi müslüman da dine tabi .olmada bir bütün olma1ıdır. Tevhidin kendisini gösterdiği hususun bir kısmı da bu noktadadır. İslâmın asıl prensiplerinden verilecek tavizler; müslümanın hayatında onarılmaz yaralar açar. Günümüz müslümanın düşünce ve tefekkürü üzerindeki ipoteği kaldırmak durumundadır. Çünkü İslâm asliyeti ihlal edildiğinde müslümanın hayatı ihlal edilmiş olur. Bütünün bozulması cüzün bozulmasını netice verir. Çarklardan birinin vazifesini yapmaması, diğer kısımlar sağlam olsa dahi sistemin bozulması demektir. Kur’an’ın “hayırda yarışınız”[45] emrini tatbik etmeyen müslümanlar bugün hangi hususlarda birbirleriyle yarışır hale gelmişlerdir. Sadece bu nokta üzerinde dahi dikkatle düşünülecek olursa müslüman olma bilincinden ne kastedildiği anlaş1labilecektir.

Bilinçli Müslüman ve Toplumsal Güven

İman ve sadakat, kaliteli mü’min şahsiyetin temel unsurlarındandır. Bakara Suresi’nin 177. ayetindeki, “sadık” vasfıyla müslümanların, kaliteli davranışlar sergilediği dile getirilmektedir. Bir insana “sadık” diyebilmek için iman etmesi şarttır.

İnsanlar arasında iyi ilişkiler kurabilmenin zorunlu şartı, insanların birbirlerine güven duymalarıdır. Karşılıklı olarak birbirlerine güvenemeyen insanların, sağlıklı ilişkiler kurabilmesi mümkün olmaz. Toplumsal güven açısından dindarlık özellikle müslümanlık önem arz etmektedir. Bir araştırmada en dindar olanların en uyumlu oldukları müşahede edilmiştir.[46] Uyumun olduğu yerde toplumsal güven kendiliğinden teşekkül edecektir. Çünkü güven ortamının oluşması için toplumsal uyum gerekmektedir. İslâm camiasında mü’minin mü’mine bağlılığı, taşları birbirine kenetli yalçın duvar gibi metindir.[47]

Kendine güven insanın çevresiyle barışık olmasının yegane yoludur. Bu da insanın kendini tanıması ve maddi ve manevi ihtiyaçlarını tatminiyle mümkündür. Kişinin kendi düşünce ve davranışını doğru bulması tabiîdir. Ancak bilinçli bir müslüman son hükmün Kur’an ve sünnetçe verileceğini bilir. Bu atıf noktası dikkatten uzaklaşırsa izafiyetçi (relativist) bir düzeyde kalmak kaçınılmazdır. Müslümanların davranışlarındaki ölçü ve miyar; Kur’an ve Hz. Peygamber’in davranış modelidir.[48]

Tevhid İnsanı Müslüman

Müslüman, kendi nefsinde ve çevresinde Allah’ın halifesi olarak tevhid anlayışı gerçekleştirmek durumundadır.[49] Eğer inanan insan tavır ve tutum1armdan zevk alamıyorsa ve tevhidi, davranışlarında gerçekleştiremiyorsa o ha1ini gözden geçirmeli, nefis muhasebesiyle hatalarını düzeltme yönünde gayret etmelidir. Vicdanlar körelerek insanı hakikate gôtürmekten mahrum kalabilir.[50] Dolayısıyla bilgiler, anlayışlar, düşünceler, daima irdelenmeli, muhtemel yanlış düşünce ve tavırlardan uzaklaşıp tevhidi düşünceye erişmek için gayret göstermelidir.

Mü’minin samimiyeti hiç kimseden övgü, ilgi, destek ve takdir beklememesiyle belirginleşir. Dinî hayatın merkezi olan Allah, aynı zamanda, ahlâkî nizam ve davranışların da en yüksek düzenleyicisi ve garantisidir. Kur’an-ı Ker’im, Allah Teala tarafından insanın gerçeği bulması, tevhidi anlayışa erişmesi ve inanması için gönderilmiştir.[51]

İnsan kendisini anlamlı bir bütün içerisinde hissettiği durumda kendisiyle aynileşerek emniyet ve güven duyar. Çünkü bütünleşmiş bir kişiliğe sahip olmak insana güven duygusu sağlar. Kişisel bütünlüğün temelini de en mükemmel şekilde tevhid anlayışı oluşturur. Çünkü din insanın bütünlüğüne nüfuz edici bir özelliğe sahiptir.[52] İnanan insan dininin gereklerini bildiği ve tatbik ettiği ölçüde rahat bir şekilde ‘evet’ ve ‘hayır’ları konusunda tereddütsüzdür. Kişisel bütünlük içinde olan insan etkilidir. Kişisel bütünlük içinde olmayan insan ise kendi gücünü yok eder.[53] Çünkü iki patronu olan adam, patronlarından birine yalan söyleme durumunda kalabilir.

Kur’an’ın önemli vurgularından birisi, inananların kardeşliği[54] olgusudur. Bunun bir sonraki noktası insanların aynı asıldan gelmeleridir. Bu adeta insan1ığın tevhidini temsil etmektedir. İnsanların ideolojik temelli ayrılığa gidecek yönlerinin ön plana çıkarılması, bazı çıkar çevrelerinin işine yaramakta ve bu durum, fitne ve terörün önünü açabilmektedir. Ancak birlikte rahmet, ayrılıkta azab olduğu gerçeği dikkatlerden uzak tutulmamalıdır.

Tevhidî bir anlayışla İslâmı hâl edinmek dünya ve ahiretteki huzur ve güvenin garantisi durumundadır. “Allah’a karşı gelmekten sakınanlar ise, cennetlerde, pınar başlarındadırlar. “Oraya güven içinde, esenlikle girin,” denilir. Biz onların gönüllerinde olan kini çıkardık, artık onlar sedirler üzerinde karşılıklı oturan kardeşlerdir. Onlar orada bir yorgunluk hissetmezler. Oradan çıkarılacak da değillerdir.”[55]

Sığınılacak bir unsur olarak dua kişiye güven duygusunu sağlama noktasında dikkatleri çekmektedir. Dini duygu ve dua olgusu arttıkça depresyon ve kaygı hallerinin azalmakta olduğu görülmüştür.[56] Eşya zıddıyla bilinir kaidesince stres ve sıkıntı, insanı kendi kaynağına başvurarak yaratıcısına iman noktasında harekete geçirebilir.

Sorumluluk hissi taşıyan insan: Müslüman

Sorumlu1uk hissi diğer hisler gibi yerinde kullanılabilirse insanı Allah’a yaklaştırır. İnsan dışındaki diğer varlıkların, insanın emrine verilmesini Kur’an “teshir” kavramıyla ifade

etmektedir. Teshir gerçeği, insana sorumluluğunu açıklayan kitap Kur’an’ın, kâinata mahkumiyeti değil, hakimiyeti esas aldığını göstermektedir. İslam dini de bu hakimiyetin nasıl gerçekleşeceğini gösteren yoldur.[57] Samimi dindar, kapsamlı bir bütünün anlamlı bir parçası olmanın bilinci ve ‘hizmet sorumlu1uğu’ içinde hayatını düzenler. O bu kainatın sorumlu bir vatandaşıdır; o bilinç içinde duyar, algılar, düşünür ve eyleme geçer.

İlâhî mesaj Kur’an, insanın sorumluluğu üzerinde durarak, insanları Allah ‘ m iradesine uygun olarak geliştirip değiştirmek gereği üzerinde durur. Hiçbir kitaptaki bilgi hayata geçirilmedikçe asli değerini ortaya koyamaz. İlâhî kitabın hükümleri yaşanmaya en layık ve muhtaç olunanıdır.

Etrafındaki olumsuzlukları umursamayan kişi imanın zevkini tadamaz. Sadık müslümanın endişesi, attığı her adımın yaptığı her davranışının insanların değil, Allah’ın rızasına uygun olup olmadığıdır. İnsan, ruhi kuvvetlerinin terbiyesi nispetinde kemale erişir. Müslüman şahsiyetinin bina edilmesi, kişisel ve sosyal hayatla yakından ilgilidir.

Dengeli hayat, güven duygusunun sağlanması için fevkalade önemlidir. Başkalarını hak ve hürriyetini dikkate almayan aşın hürriyet nefsin eline dizginleri teslim etmekten başka bir faide sağlamaz. Ayıp, günah ve yasak gibi kavramlar bir anlamda insan hürriyetinin sınır taşlarıdır.[58] Müslüman bunlar sayesinde düzenli bir hayat yaşayabilir .

İki günü bir olan zarardadır anlayışından hareket eden müslüman vaktini nasıl kullanacağına azami dikkat ederek ömür sermayesini boşa harcamaz. Boş vakitleri değerlendirme metodu kişi ve toplum muvaffakiyetinin anahtarıdır. Kalbi uyanık, basireti açık olan müslüman daima uyanık olmalı, aksi halde, hem kendini, hem cemiyeti hem de toplum ve çevreyi perişan eder.

Müslüman her hareketini sorumluluk duygusu içinde bilinçli bir şekilde yapmak durumundadır. Çünkü bilinçli müslüman, günah ve cürmü vicdanında çirkin bilir ve cezasına inanır.[59] Akıl ve zihni devre dışı bırakan sarhoşluk verici maddelerin yasaklanmasının temelinde de bu espiri yatmaktadır .Bilinçli hareketin bir parçasını da muasır kültürden haberdar olmak oluşturur. Çağın duygu ve hislerini okuyamayan kimsenin, bulunduğu ortama bilinç getirmesi mümkün değildir.[60] Çağın ruhunu ve havasını hissetmek kişiyi; onu sadece seyreden sıradan bir kişi olmadan çıkarıp bulunduğu ortamda bilinçli bir şekilde yaşayan insan konumuna getirecektir.

Bilinçli müslümanın bulunduğu ortama daima bir mesajı vardır. Bu mesaj, İslâm’ın aslı kaynaklarının onun bilincinden etrafa yayılan ışık mesabesindedir. Şuurlu müslüman etrafındaki hadiseleri firasetle takip eder, onlara tevhid şuuru içinde bir yer bularak değerlendirmeye alır. İçinde çözüme kavuşturamadığı bir husus olmayacağı için güven duygusunu daima hisseder. Elinden gelen bütün şeyleri yaptıktan sonra “euzü şuuruyla” Rabbine sığınıp güvenerek huzur bulur.

Bilinçli müslümanın başkalarına zarar vermesi düşünülemez. Çünkü Rasulullah (s.a.v.)’in ifadesiyle “Müslüman, elinden ve dilinden diğer müslümanların güvende olduğu kimsedir”. İnsan aklıyla düşünüp güdüleriyle hareket etmektedir. Din İnsanın akıl ve güdülerine seviye kazandıran bir sisteme sahiptir. Dine bağlı her insan, dine bağlı olmayanlara nazaran çok daha mükemmel ve kuvvetli bir kişiliğe sahiptir.[61] Bu din, Allah’ın gönderdiği son ve en mükemmel din olan İslamiyet olunca,[62] bunun sağlayacağı emniyet ve güven duygusu mukayese kabul etmez.

Kendisi için istediğini başkası için de isteyen insan: Müslüman

“Kendisi için istediğini, başkaları için de isteme!” kanununu, hayata kazandırmakla İslâm ahlâkî davranışa eşi görülmemiş bir seviye kazandırmıştır. Kendisi için istediğini başkası için de istemeyen gerçek mü’min değildir.[63] Nitekim, mükemmel insan tipinin temsilcisi Hz. Peygamber’i Kur’an “İnsanlara dokunup onları üzen her şey, onu da rahatsız eder, incitir”[64] ifadeleriyle tavsif etmektedir.

Mü’mine yakışan iyiliğin her çeşidini yapmaya gayret etmek ve Allah indinde kendi kurtuluşuna vesileler aramaktır. O yerine göre diğer insanlara değer vererek gücünü destekleme metodunu da takip edebilir. Mü’min tatlı ve güzel sözlü, müsamahakar, hayırlı ve salih amel sahibi olmaya gayret gösterir. Yaptığı hangi çeşit söz, hareket ve davranış olursa olsun ma’ruf ölçüsü içinde kalır ve münkerden sakınır.

Günümüzde din kardeşliği kavramının içeriği maalesef boşalmıştır. İmanda kardeş olan insanların birinin derdi, hepsinin derdi olmalıdır. Hatta kâmil mü’min, öncelikle kendisinin değil kardeşinin sıkıntı ve ihtiyaçları görülsün ister, bu yönde gayret ve fedâkarlıklarda bulunur. “Kul, bir dostunun yardımında bulunduğu müddetçe, Allah da o kulun yardımında bulunur .”[65] “Dostuna, gıyabında yardım eden kimseye, Allah Teala, dünya ve ahirette yardım eder.”[66] Çağımızın anlayışı içinde insanlararası münasebetlerin temelini basit menfaatler oluşturmaya başlamıştır. Ancak böylesine basit maddi menfaate dayanan ilişkilerin sürekliliği mümkün değildir. Bundan dolayı insanlarda bir güvensizlik ve endişe meydana gelmektedir. Sözün senet olduğu bir dönemden senedin hatta çekin dahi geçersizleştiği bir dönemde ideal müslümanlıkla vakıa halimiz arasında ne denli uçurum olduğu açıkça görülebilecektir.

Sonuç

Ruhi bunalımlardan kurtulup güven duygusuna erişmek ancak dinî inançla mümkündür. Çünkü gerçekten dinine bağlı olup dinin gereklerine yerine getiren kişi, güven duygusuna sahip olup herhangi bir psikolojik hastalığa yakalanmaz.[67] Dininin gereklerini yerine getirmeyip manaların manası olan Allah ve Q’nun rızasına yönelmeyen müslüman ise, manasız ve lüzumsuz yükler altında ezilir .Güneşe dönen kişiyi gölgesi takip ettiği gibi Rabb’ine yöneleni de saadet ve güven tekip eder.

Müslüman; dürüst, çalışkan, iyi niyetli, insanları seven v.e hizmet etmeye gayret eden bir kişi olmak durumundadır. Dünyanın ve insanlığın geleceği; İslâmın yaratıcı gücünün ve müslümanların hakiki bir uyanışına bağlı bulunuyor. Bu uyanış sadece gelenekleriyle değil, prensipleri ve ruhuyla da İslâmı yaşamakla mümkün olabilir.[68] Geri kalmışlığın en önemli sebebi, tembellik ve çalışmamaktır. Müslüman içinde bulunduğu şartları çok iyi bilmeli, bu şartlan olumlu yönde değerlendirmeli, şartların menfi olanlarını müspete çevirmeye gayret etmelidir. Müslümana yakışan üstün davranış, bilgi, şuur, sadakat ve sabırla ortaya çıkabilir. Sadakatle yapılmayan iş ise, insanı küçültür ve azmini kırar.[69]

Cemiyet olarak güven duygusuna erişebilmek için, önce kendi benliğimizi bulmamız gerekir. Kendi benli~ini bulan, kendi değer yargılarına sahip milletler, içinde bulundukları sıkıntılar ne kadar büyük olursa olsun bundan kurtulabilirler. Toplumu ancak nefsinde olanı değiştirme gücüne sahip olanlar değiştirebilir. Ağaçlar kendi köklerinden beslendikleri gibi milletimiz de kendi değerlerinden beslenmeye başladığı andan itibaren sıkıntılar hafifleyerek yok olacak, bunun yerini emniyet ve güven duygusu alacaktır.

Hüseyin Emin SERT*

 


*– Fırat Üniversitesi İ1âyat Fakültesi, Tefsir Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi,

[1]– Mâide, 5/3.

[2]– Hökelekli, Hayati, Din Psikolojisi, T.D.V. Y., Ankara, 1996, s.110.

[3]– Erikson, E.H., İnsanın Sekiz Çağı. çev: T.B. Üstün-V. Şar, Ankara. 1984, s.8.

[4]– Mülk, 67/14.

[5]– Fâtiha, 1/1.

[6]– Ahmed b. Hanbel, Müsned, Çağrı Yay. İstanbul, 1992/1413, c.l, s.61.

[7]– Âl-i İmrân, 3/110.

[8]– Rağıb el-İsfehânî, el-Müfredât fî Gârîbi’l-Kur’ an, Kahraman Yay. İstanbul. 1986, s.350.

[9]– Rado, Şevket, Büyük Türk Sözlüğü, Hayat Yayınları, İstanbul, trs, s.914; Wensinck, A.J. MEB, İs1am Ansiklopedisi, İstanbul, 1979, c.8, s.821.

[10] – Şems, 91/9-10.

[11] – Said Halim Paşa, Buhranlarımız, İstanbul, trs. s.204-206.

[12] – Â1-i İmrân, 3/101.

[13] – Yunus, 10/72.

[14] – Râğıb el-İsfehânî, age, s.30; İbn Manzûr, Lisanü’l-Arab, Dâr Sâdır, Beyrut, 1994/1414, c.13, s.21.

[15] – Macdonald, D.B. MEB İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 1988, c.5-1I, s.984.

[16] – Gölcök, Şerafettin, Din ve Toplum, Esra Yayınlan, Konya, 2000, s.41.

[17] – Eroğlu, Feyzullah, Davranış Bilimleri, Beta Basım Yayım, İstanbul, 1995, s.96.

[18] – Hançerlioğlu, Orhan, Felsefe Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1989, s.53.

[19] – Bkz. Âl-i İmrân, 3/68.

[20] – Gazalî, İhyâ, c.l, k.2, bab.4.

[21] – Hançerlioğlu, Orhan, age, s.33.

[22] – Bkz. Cüceoğlu, Doğan, Anlamlı ve Coşkulu Bir Yaşam İçin Savaşçı, Sistem Yayıncılık, İstanbul, 2000, s.20.

[23] – Doğan, Mehmed, Temel Büyük Türkçe Sözlük, Bahar Yayınları, İstanbul, 1994, s. 735.

[24] – Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.4, s.199, 204-205.

[25] – Hucurat, 49/14.

[26] – Rado, Şevket, a.g.e, s.461; Doğan, a.g.e, s.301.

[27] – Hökelekli, Hayati, a.g.e, s.96, 113.

[28] – Gölcük, Şerafettin, Din ve Toplum, Esra Yayınları, Konya, 2000, s.128.

[29] – Tolan, Barlas, Toplum Bilimlerine Giriş, Adım ve Murat Yayınları, Ankara, 1996, s.234.

[30] – Hucurat, 49/15.

[31] – el-Kardavî, Yusuf, Müslümanın Temel Kü1türü, çev: M.A. Yekta Saraç, İst 1995, s.113.

[32] – Esed. Muhammed, Kur’an Mesajı, İşaret Yayınlan, çev: C. Koytak, A. Ertürk, İstanbu1, 2000, s.35.

[33] -Cüceloğlu, Doğan, a.g.e, s.l74.

[34] – Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Neşriyat, İstanbu1, trs., c.5, s.3193.

[35] – Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.3, s.198.

[36] – Kehf, 18/7

[37] – Hûd, 11/15.

[38] – Bakara. 2/216

[39] – Âl-i İmrân, 3/139.

[40] – Mâide, 5/45.

[41] – Glasser, William, Kişisel Özgürlüğün Psikolojisi, çev: Müge İzmirli, Hayat Yayınları, İstanbu1,1999, s.28-40.

[42] – Kasas, 28/77.

[43] – Hûd, 11/114.

[44] – İnsân, 76/9.

[45] – Bakara, 2/148.

[46] – Oates, “The role of religion in the psychose”, Journal of Pastoral, Care, 1949, s.21-30.

[47] – Bkz. Buhari, Sahihü’l-Buharî, Kitabü’s-Salat, bab 88, Çağrı Yay. İstanbu1, 1992/1413, c.l, s.l23.

[48] – Bkz. Çiftçi, Adil, Fazlu’r-Rahman ile İslâmı Yeniden Düşünmek, Kitabiyât, Ankara, 2000, s.122.

[49] – Garaudy, Roger, İslâm ve İnsan1ığın Geleceği, Pınar Yayınlan, İstanbu1, 1990, s.72

[50] – Hacc, 22/46.

[51] – Gölcük, Şerafettin, Din ve Toplum, Esra Yayın1arı, Konya, 2000, s.39.

[52] – Hökelekli, Hayati, age, s.7.

[53] – Bkz. Cüceloğlu, Doğan, age, s.108.

[54] – Hucurat, 49/10.

[55] – Hicr, 15/45-48.

[56] – Yaparel, Recep, Yirmi-Kırk Yaşlar Arası Kişilerde Dini Hayat İle Psiko-Sosyal Uyum Arasında İlişki Üzerine Bir Araştırma, (Basılmamış Doktora tezi), Ankara Ünv. Sosyal Bil. Enst.Ankara, 1987, s.130-140.

[57] – Öztürk, Yaşar Nuri, Mevlanâ ve İnsan Yeni Boyut, İstanbu1, 1993. s.41.

[58] – Bkz. Kılıç, Recep, Ayet ve Hadislerin Işığında İnsan ve Ahlak, T.D. V.Y., Ankara, 1995. s.5.

[59] – Elmalılı, a.g.e, c.8, s.5289.

[60] – Bkz. Fadlallah, M. Hüseyin, İnsan ve Hayat, çev: Ali Kaya, Şura Yay. İst 1998, s.166.

[61] – el-Kardavi, Yusuf, a.g.e, s.113.

[62] – Mâide, 5/3.

[63] – Sezen, Yümni, İslam Sosyolojisine Giriş, İstanbul, 1994, s.88.

[64] – Tevbe, 9/128.

[65] – Ahmed b. Hanbel, Müsned. c.2, s.252.

[66] – Ebû Nuaym, Hilvetül Evliyâ, c.3, s.25.

[67] – el-Kardavî, Yusuf, a.g.e, s. 114

[68] – Garaudy, a.g.e, s. 125.

[69] – Yamakoğlu, Cihan, Ailede Toplumda ve İş ve Devlet Hayatında İnsan İlişkileri, Beşeri Münasebetler, Ankara, 1991, s.92.

Bir yanıt yazın