İNSAN, DUA ve BERÂAT

“İnsan manevi varlığı olan ruhu vasıtasıyla,

 ilahi kapıya dua ile ulaşabilir.”

Günlük meşguliyetler, inanan insana bile bazen Rabbini unutturabilmektedir. Ama her birimizin başına bir felaket, sıkıntı geldiğinde hemen Allah’ı hatırladığımız da bir vâkıadır. Adata, keyfimiz yerindeyken O’ndan uzaklaşır, dert ve bela zamanında Allah’ı hatırlarız. Sanki bazı bela ve musibetler, din gününün sahibi, alemlerin müdebbiri olan Yaratıcımızı hatırlatmak için bir vesile hizmeti görürler. Maddi alem içindeki insan, ibadet ve dua ile manevi alemlerle irtibat kurabilmekte, gerektiğinde Rabbinden yardım alabilmekte, iyi kullar bazı mübarek gecelerde berâatlarını alabilmektedirler.

İnsanların çaresizlik anında O’na yönelmemizi Rabbimiz şu ayetlerde tasvir etmektedir. “De ki: “Kendinizi bir düşünür müsünüz, Allah’ın azabı başınıza gelse veya kıyamet başınıza kopsa Allah’tan başkasına mı dua edersiniz? Eğer doğru söylüyorsanız, söyleyin bakalım!” Doğrusu yalnız O’na dua edersiniz. O dilerse yalvardığınız belayı üzerinizden kaldırır ve o an O’na koştuğunuz ortakları unutursunuz.”[1] Evet bir çoklarımız, gerek kendimiz ve gerekse başkasının sıkıntı ve musibetinde bu durumu gözlemlemişizdir. Dert ve sıkıntı anında, değer verdiğimiz her türlü maddi unsurları unutur sadece Yaratıcımıza sığınırız.

Gerçek dua, ibadet ile birleşince bir mana ifade eder. Nitekim, namaz sonrası tespih ve sünnet olarak dualar bu cümledendir. İbadetine dikkat edip dua edenler hakkında hüsnü zan beslemek asıldır. “Dua mü’minin silahıdır” hadisi bu açıdan da değerlendirilebilir. Nitekim “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste” atasözü buna da telmihte bulunmaktadır. “Rablerinin rızasını isteyerek, sabah-akşam O’na dua edenleri yanından kovayım deme! Sen onların hesabından sorumlu değilsin, onlar da senin hesabından sorumlu değildirler ki, biçareleri kovup da zalimlerden olasın.”[2] İnanan kişinin her duası samimi, ihlaslı ve içten olmalıdır. “Rabbinize yalvararak, içtenlik ve gönül ürpertisi ile dua edin! Gerçek şu ki, Allah sınırı aşanları sevmez.”[3] Ancak bu ayette de görüldüğü gibi, Allah’ın ölçülerine riayet etmeyenlerin sevilmeyeceğinin ve kurtuluşa eremeyeceğinin müslüman farkında olmalıdır.

Bilhassa inanan insanların hayatlarını hatasız yaşayabilmeleri için Yaratıcılarıyla gerçek bir bağ olan duaya gereken değer ve önemi vermeleri gerekmektedir. “Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratmış olan Rabbinize kulluk ve ibadet ediniz ki, gerçek korunanlardan olasınız!”[4] Duanın gerçek boyutunun kulluk ve ibadet ile ortaya çıkacağını bu ayet bize göstermektedir. İbadet ve kulluk olmaksızın yalın dua, insanı her iki alemde huzura kavuşturmaktan uzaktır ve böyle kimseler mübarek gecelerden de yeterince istifade edemezler.

Duanın kabulü için de bazı gereklilikler vardır. Duanın kabul olabilmesi için kişi ihlas ile ibadetlerine devam etmeli ve günahlarından af dilemelidir. Zulüm ile dua bir arada bulunmaz. Küfür ve haddi aşmak manalarına da gelen zülüm, gereken tavır ve davranışların sergilenmemesi, ehliyet ve liyakate riayet edilmemesi manalarına da gelmektedir. Bu manada fitne ve bozgunculuk, fert ve toplum hayatını derinden yaralayan bir hastalıktır. “Islah edilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah’a sorumluluk bilinci halinde ve (rahmetini) umarak dua edin. Muhakkak ki iyilik edenlere Allah’ın rahmeti çok yakındır.”[5] Yeryüzünde fitne çıkarıp bozgunculuk yapmak ve teröre giden yolu açmak fert ve toplumları, Allah’ın rahmetinden uzaklaştırır. Duaların kabulü ve ilahi rahmete mahzar olabilmek için; hakiki iman, salih amel, güzel ve örnek davranışlar gereklidir.

Hayırlı bir iş yaparken dahi onun ilahî rızaya uygun olması için dua edilmelidir. Nitekim İbrahim (a.s)’ın duasını Rabbimiz ibret için bizlere şöyle hikaye etmektedir. “Ve o zaman ki, İbrahim Beyt’in temellerini yükseltiyordu. İsmail ile birlikte şöyle dua ettiler: “Ey Rabbimiz, bizden kabul buyur. Çünkü daima işiten, daima bilen Sensin ancak Sen!”[6]  Beytullah gibi ebediyete kadar Müslümanların kıblegahını inşa ederken yapılan duadaki ihlasa dikkat edelim. Allah, hiçbir zaman kibir ve gururu sevmez. Her ne kadar iyi iş yaparsak yapalım, bu noktada kulluk bilinci ile mahviyete dikkat etmemiz gerekmektedir.

Allah kuluna yakındır. Yeter ki kul ona yaklaşmak istesin. Nitekim Yaratıcımız “Şayet kullarım Beni senden sorarlarsa gerçekten Ben çok yakınım. Bana dua edince duacının duasını kabul ederim; O halde onlar da Benim davetime koşsunlar ve Bana layıkiyle iman etsinler ki, doğru yola gidebilsinler.”[7] O’na gereği gibi iman, salih amel ve dua ile hayatımızı huzurlu yaşayıp Berâet Gecesi’nde kurtuluşa erebilmemiz temennisiyle.

[1] Enam Suresi, (6): 40-41.

[2] Enam Suresi, (6): 52.

[3] Araf Suresi, (7): 55.

[4] Bakara Suresi, (2): 21.

[5] Âraf Suresi, (7): 56.

[6] Bakara Suresi, 2/127.

[7] Bakara Suresi, 2/186.

Bir yanıt yazın