İnsan Olabilmek

Mutlak kemale masruftur. Yani bir kelime veya kavram en mükemmele delalet eder. Bu noktada “İnsan Olabilmek” başlığımız gerçekten insanlığa layık bir çizgide yaşayabilmeyi ifade ediyor.
İnsan olabilmek zordur. İnsanın içinde iyiye meyil olduğu gibi kötüye meyil de vardır.
İnsan kendi içindeki fırtınaları dindirebilirse dış dünya ile sağlıklı iletişim kurabilir.
Dış dünya iletişiminin de farklı boyutları vardır. İnsanlararası ilişkiler, insan toplum ilişkisi, vatandaş devlet ilişkisi, devletler arası ilişkiler, vs…
İnsan olabilmek ile insan hakları arasında insan hukuk bağlamında bir ilişki vardır…
Bu noktada Ionna Kuçuradi’nin “Bir tane insan hakkı ihlâli vardır, o da kişiye farklı davranmaktır…”
Kişiye farklı davranmak çifte standart kavramını gündeme getirir. Bu insan fıtratını rahatsız eden bir uygulamadır.

Bir varlık türü -beşer- olarak dünyaya gelişimiz, içerisine doğduğumuz toplum, doğa, tarih ve ego (ben; nefs) tarafından çevrelenişimiz, yaradılıştan gelen özümüzü, insanilîği baltalamaktadır. İnsan bu öz fıtrattan uzaklaştığında insan olabilme vasıflarını da yitirmektedir.

Anne karnında başlayan serüvenin anneden ayrı bir varlık olarak açığa çıkması aşamasında hayatın zulmeti, kendinde değeri ve gâyesi olmayan çıkarcı mücadeleler silsilesi, savaşımlar, harcanmalar, tüketmeler, güdümlenmeler-güdülmeler, iktidar, ideoloji, dayatma, kurallar, yasaklar, korkutma, pasifleştirme, zihin bulandırıcılar, zihniyet belirlemeler, ortak sığ inanmalar, jakoben-tepeden inme devrimler, vatandaşlık kör-bilinci, sürü oluşturmalar ve okul sıraları, ahlâkdışı-moda süslü kutsamalar, putlaştırmalar ve bir yığın güzelim “insan hakları” pazarı haftanın yedi günü hizmet sunmaya başlamaktadır. Bunları insanî ve sosyal değerlere uygun olarak düzenlemek de yine insanın görevidir.

İnsanın sadece insan olmasından dolayı sahip olduğu haklar ile devlet, toplum, meslek, grup, cemiyet, aile, sınıf, din vb. mensubu olması sebebi ile sahip olduğu hakları birbirinden özce ayrı düşünmüyoruz. Türkiye’de insan hakları olgusunu -böyle bir olgu var değil aslında pratikte- ele alırken, Türk-İslâm geleneğinin “insan” kavrayışını söyleyeceklerimize dahil etmekle birlikte, herhangi bir kültüre, dine, ırka, topluma, devlete ve her tür sonradanlık olarak bireye eklenen zorunlu ya da istekli kategorileri dışarıda bırakarak salt insan olabilmek ayrı bir konudur.

İnsanın varoluşunu sürdürebilmesi için gerekli temel ihtiyaçları bulunduğunu, bunların, yeme, içme, barınma gibi fizyolojik gereksinimler olduğunu hatırlatarak, insanın temel ihtiyaçları sonrasında düşünme, inanma, eğlenme, okuma-yazma, öğrenme-bilme gibi farklı düzeyde ihtiyaçları olduğunu belirterek, Türkiye’de insanların sahip olması, eşit ve adil şekilde yararlanması gereken haklardan yararlanamadıklarını, bu yararlanmayı engelleyenlerce, itiraz ettiklerinde etkisiz hâle getirildiklerini söylemek bazen mğmkündür.

Bir yanıt yazın