Dr. Abdurrahman Daş
Allah’a hamd olsun ki yine bir bereket ve rahmet ayına sağ ve Müslüman olarak eriştik. Rabbim bizleri bu günlerin manevî ziyafetinden nasibini alanlardan kılsın. Erişemeyip de vefat eden kardeşlerimize rahmet etsin. Âmin.
Değerli okurlarım,
Oruç ibadeti önceki peygamberlerin ümmetlerine de emrolunan bir ibadettir. Oruç, ergenlik yaşta, sağlıklı, akıllı, hür ve şartları uygun olan her Müslüman kadın-erkeğe Allah’ın emrettiği farz bir ibadettir.
Oruç tutmaktan gaye; İnsanın kendisini hesaba çekmesi, nefsini kontrol altına alarak, Allah’ın vermiş olduğu sayısız nimetlerden ömür boyu yararlandığı için ona şükretmesi gerektiğini hatırlamasıdır. Yine Allah’a teşekkür etmesi, etrafındaki aç, yoksul, fakir, düşkün, yaşlı vb. kimselerin halinden anlayıp, onlara yardım elini uzatmasını bilmektir. Her Müslüman kişi böylesine ilahî mükâfatların çok bol ve sevabının büyük olduğu “Ramazan Pazarında” az bir ibadet yapmakla, çok kazançlı çıkmasını, eline geçmiş büyük bir fırsat bilip, onu değerlendirmelidir.
Zira Yüce Allah(c.c.), yılın diğer gün ve aylarında yapılan her bir iyiliğe karşılık, mükâfat olarak 1 katından 700 misline kadar sevap verirken, Ramazan ayında yapılan her bir iş ve ibadete karşılık Allah’ın verdiği mükâfatın üst sınırı, haddi ve hesabı yoktur. Yani binlerle belki ifade edebileceğimiz misliyle bizleri ödüllendirecektir. Ramazan ayında Yüce Allah’ın rahmeti coşmuş, ilahî hazinesinin kapıları sonuna kadar açık bırakılmıştır. Allah(c.c.), dilediği kullarına, istediği oranda nimetiyle şereflendirir.
Ramazanda oruçlu olduğumuz için hiçbir bahanenin arkasına sığınmamalıyız. Daima sabırla, mütevazı ve alçak gönüllülükle, hoş görüyle Allah’a hamd ve şükürde bulunup, olgun ve mükemmel bir insan tavrını sergilemeliyiz. Kimileri tiryaki olduğunu, oruçlu olunca da bu alışkanlığını yapamadığı için, çevresindeki insanların kalplerini kırıcı söz ve fillerde bulunmaktadır. Kendilerine böyle yapman doğru değil denildiğinde ise yukarıdaki bahaneleri ileri sürmektedirler. Oruçlu kişinin bu şekilde davranması doğru değildir. Oruç ibadetinin gayesine uygun düşmez, kişiyi muradına ulaştırmayacağı da aşikârdır.
Önemli olan husus, Ramazan ayında edindiğimiz güzel hasletleri, yılın diğer günlerinde de uygulamayı nefsimize kabul ettirmeliyiz. Yani artık alışkanlık halinde vazgeçilemez davranışlarımız durumuna getirmeli, içimize sindirmeliyiz. O zaman oruç ibadetinin hikmetine erişir, yaptığımız ibadetlerimiz anlam kazanmış olur. Aksi halde Ramazan ayı bitince, önceki kötü alışkanlıklarımızı tekrar yapmaya devam edersek, Allah muhafaza etsin, ilahî mükâfattan nasibimizi almamış oluruz. O kişi oruç tutmamış, aç kalmış gibi olur. Böylesine bir akıbetten Allah cümlemizi korusun. Âmin.
ÜÇ HİKMETLİ ve İBRETLİ FIKRA
1. FIKRA
YAYA KİM ?
Fazilet ve takva hayatının önemli temsilcilerinden İbrahim Ethem hazretleri yaya olarak hacca gitmeye karar vermiş ve yola çıkmış. Hac yolunda giderken, cins bir deveye binmiş gururlu bir kabile reisine rast gelmiş. Kibirli kabile reisi İbrahim Ethem’in durumuna bakmış ve ona:
-Nereye gidiyorsun?
-Beytullah’a (Allah’ın evine ziyarete ve halimi arz etmeye gidiyorum) cevabını verince, Arap Kabile reisi ona gülmüş ve:
-Sen deli misin? Bu kadar uzak yolu yaya yürüyerek varacaksın haaa! Bineğin yok. Nasıl ulaşacaksın ki…?
İbrahim Ethem Hazretleri’nin ona cevabı:
-Benim bir çok bineklerim var amma sen onları göremezsin.
Kabile reisi: Nedir onlar? bana açıkla da ben de bileyim.
İbrahim Ethem cevabında:
1) Başıma bir bela geldi mi, Sabır adlı bir bineğim vardır, onun sırtına atlarım.
2)Herhangi bir nimete kavuştum mu, Şükür adlı bineğime biner, onunla yarışa devam ederim.
3)Engellemeye gücümün yetmediği ve benim kusurumdan da kaynaklanmayan bir olayla karşılaştığım vakit, kader derim, Rıza adlı bineğim vardır. Onun usluluğuna güvenirim.
Kibirli kabile reisi: Başka neyin var senin?
İbrahim Ethem Hazretleri:
-Nefsim bir şey istedi mi; Ömrümün kalan kısmının, geçirdiğim yıllardan daha kısa olduğunu hatırlayarak nefsimin arzularına uymaktan vazgeçerim.
Kabile reisi:
-Yahu desene asıl yaya olan benmişim de haberim yokmuş. Gaflet içerisinde ömrümü geçirmişim. Yürü sen yoluna devam et. Vallahi sen bu kutsal ve mübarek yolda muradını elde edenlerdensin.
2. FIKRA
İLİM AYAĞA GELMEZ!
Abbasi halifelerinden Harun el-Reşid, ihtişamlı bir hac kafilesi ile Mekke’ye gitmiş, oradan da Medine’ye uğramış. O zaman henüz hayatta olan Enes bin (oğlu) Mâlik’i de görmek istemiş ve kendi huzuruna çağırtmış. Halifenin çağrısına uymamak kimin haddinedir? İnsanlar halifeyi görmek için can atıyor… Fakat Enes oğlu Mâlik gelen halife elçilerine:
-İlmi seven kimse onun ayağına gelir. İlim kimsenin ayağına gitmez! Bu cevabı halifeye bildirdiklerinde Halife Harun el-Reşid hayret ve öfke ile bunu söyleyen adamı görmeye gitmiş. Ancak Halifenin bu ziyareti esnasında arzusu, ilim erbabı Mâlik ile konuştuklarında, yanlarında başka kimselerin bulunmamasıdır. Halifenin bu özel isteğini Mâlik’e ilettiklerinde elçilere cevaben:
-Benim yanımda halktan bazı kişilerin bulunmasını niçin istemiyor? İlim halktan esirgenir mi? Öyle olursa ne ilmi bilenin ne de halkı idare edenin işine o ilim yaramaz. Gidin Halifeye söyleyiniz ki: “İlim için halife ve halk yoktur. Her kes bu hususta eşittir… Öğreneceğini halkın içinde öğrensin soracağını da halkın içinde sorsun. Bilmez mi ki Peygamber Efendimiz(sav.) “İlim Müminin yitik malıdır. Onu nerede bulursa hemen alsın” buyurmuşlardır.
Halife Harun el-Reşid, kendisinde bulunan gurur ve kibrin ne kadar kötü, ilim ve edebin ne kadar yüce olduğunu anlamış, Enes oğlu Malik’ten yaptığı bu ziyaret sayesinde iyi bir ders almıştır.
3. FIKRA
YETENEKLİ ADAMIN HİKÂYESİ
Halife Harun Reşid zamanında adamın biri Pazar yerinde halka hünerlerini göstererek para kazanıyordu. Yaptığı iş, ipliği atıp iğnenin deliğinden geçirmekten ibaret idi. Pazara giden vezirlerden biri, pazar yerinde halkın, bu işi yapan adamın etrafına toplanmış, onun yaptıklarını izlediklerini görüp oraya gitmiş ve gördükleri karşısında vezir hayretler içerisinde kalmış. Saraya döner dönmez bu durumu halife anlatmış. Halife; Bu adamı huzuruma getirin biz de görelim der, ve adam saraya getirilir. Halife:
-Senin böyle bir maharetin varmış doğru mu?
Adam:
-Evet sultanım doğrudur. Halife öyle ise yap da görelim. Maharetli adam Halifenin huzurunda ipi attığı gibi küçücük iğnenin deliğinden geçirtmiş. Bir daha yap, bir daha yap. Her seferinde de adam aynı işi başarıyla yapmış. Halife Harun Reşid ellerini birbirine vurup haznedarını çağırtmış ve:
-Bu adama, böylesine bir mahareti becerdiği için bir kese dolusu altın veriniz. Altınlar adama verilmiş ve tam cebe koyduktan sonra Halife, etrafındaki görevlilere emretmiş:
-Bu adamı götürün 50 sopa atın. Böylesine boş bir iş için bu kadar kıymetli vaktini boşa harcadığından ötürü.
Evet muhterem okurlarım, Yüce Allah bizleri, vaktini boşa geçiren, değerini bilmeyenlerden etmesin… Âmin.