Özgürlük, kendi sınırlarının farkına varmaktır.
Özgürlük, insanî ihtiyaçlardan biridir. Geçmişten günümüze insanlar özgürlük için ağır bedeller ödemiştir. Kişi ve toplumlar kendilerini özgür hissetmediklerinde verimli bir çalışma ortaya koyamazlar. Dünya arenasında söz sahibi olanlar özgürlüğü ön planda tutanlardır. Bu özgürlük anlayışı onları güçlü hale getirir. Ama özgürlükle beraber gelen güç, zulme sebep olursa sonu hazırlar.
Ancak mutlak özgürlük diye bir şeyin olmadığı da bir gerçektir. Sizin özgürlük alanınız, başkalarının sınırlarının başladığı yerde biter. Sınırlara riayet edebildiğiniz ölçüde özgürsünüz.
Özgürlük korkusu başlığına bakınca bir ikileme düşebilir insan. Çünkü özgürlük, fert ve toplumların uğruna can verebileceği bir değer. Peki, bu korkunun nedeni nedir? Bunu bir başka noktadan anlamaya çalışalım isterseniz. Hani bizim “can sıkıntısı” dediğimiz hastalığımız vardır ya… Bilirsiniz çok defa yapacak işimiz olmadığında canımız sıkılır. Veya işin içinden nasıl çıkacağımızı bilemediğimizde…
Özgürlüğünü hissedebilen kişi, bunu kullanabilme stratejilerine de sahip olursa özgürlükten korkmaz. Ama hapishaneden çıkıp gidecek bir kapısı olmayan kişinin durumu düşünüldüğünde, “özgürlük korkusu”nun ne anlama geldiğini fark edilebilir.
Gerçek özgürlüğün korkulacak hiçbir yanı yoktur. Bu başlangıç cümlesini, İslamî hassasiyetler ile özgürlüğün yan yana gelebilirliğini dillendiren bir kardeşime borçluyum.
Diğer bir yaklaşımla özgür olabilmek, bizi etkisi altına alabilecek güç ve dürtüleri kontrol edebilmek ile mümkündür. Bu yaklaşımı biraz derinleştirecek olursak, “Kendini aşabilen, özüne ulaşabilir.” Özünüze ulaşabildikten sonra kendinizden geçecek ve derununuzdaki hakikate teslim olacaksınız. Bu seviyeye erişebilmek için, insan-ı kâmil olma yolunda mesafe almalısınız. Bunun için, insanın iç dünyasındaki fırtınaların dinmesi gerekir. Korkusuz hakiki özgürlük için, kalp, beyin ve duygular aynı mihver etrafında dönebilmelidir.
En özgür, en güçlü kişi, imanı en güçlü kişidir. Çünkü inanan insanın sınırları, net ve bellidir. Nelere, niçin, nasıl teslim olması veya karşı durması gerektiğinin farkındadır. Hakiki özgürlüğü yaşayabilmek, yüceliğe teslim ile mümkündür. İmanla güçlenen özgürlük, insanı insan eder, belki de sultan eder. Böylesi özgürlüğün de korkulacak yanı yoktur. Ama bu seviyeye ulaşabilmek insanlık çabasıyla orantılıdır.
Özgür olduğu halde kendini sınırlayan insanlara ne demeli? Kendine sınırlar çizen ve çevresindekilere hayatı dar eden… Bunlar gerçekten özgür mü diye düşünürüz… Acaba bunlar özde mi? Sözde mi özgür? Ya da biz…
BİLİNÇSİZ ÖZGÜRLÜĞÜN BEDELİ
Bir keçi bağlı olduğu ipi koparıp kaçmış. Artık özgürmüş. Dilediğince koşmuş, dolaşmış kırda, bayırda. İstediği yere gitmiş. Yemyeşil otlardan doyasıya yemiş. Soğuk sulardan afiyetle içmiş. Ne çoban karışmış o gün ne de sahibi…
Yanında hiçbir keçi sürüsü kalabalık etmemiş. Kimse bir tarafa sevk edip bir yöne çekmemiş. Kendi lisanınca şarkılar söylemiş, türküler mırıl¬danmış.
Ve nihayet şen şakrak geçen bir gün bitmeye başlamış.
Önce ikindi gölgesi düşmüş her şeyin üzerine, sonra yavaş yavaş güneş ufuktan kaybolmuş gitmiş ve zifiri karanlık sarmış her yanı…
Keçi ürpermiş… Karanlıkta hiçbir ses, hiçbir ışık kırıntısı kalmamış. İçini bir korku sarmış ve birden çalılıkların ve karanlıkların arasından çakmak çakmak parıldayan iki göz görmüş. Görmüş görmesine ama bu parıltıya hiç sevinememiş. Ve evet, aklına gelen başına gelmiş. Hayatında en son gördüğü o iki parıldayan göz olmuş. Kurt bu özgür keçiyi büyük bir iştahla yemiş.
Keçi, bilinçsiz özgürlüğün faturasını hayatıyla ödemiş.
Kurtlara yem olmamak için, etrafımızda bizi sınırlar gibi görünen şeylere farklı bir bakış açısı kazanmamızda fayda var.