Psiko-Sosyal İhtiyaçlar
28 Eylül 2008
İnsanî ve Sosyal Gelişim Merkezi, İNSGEM
671 Views
Psiko-sosyal ihtiyaçlar çok yönlü derin bir konudur. Burada kısa bir yazı ile bütün bilgiye erişmeyi beklemek gerçekler ile uyuşmaz. Bizim bu başlığı kullanmadaki maksadımız, konunun detaylı bir şekilde incelemeye giden yolun açılmasıdır. İnsanî ve sosyal gelişim enstitüsü kurulması noktasındaki teklifimiz bunun ile ilgilidir. İnsan hayatına çoğu zaman hakim olan unsurlar, akıl değil de duygu, tutku ve heyecanlardır. Bu durum, psikolojik güdülerin kişinin hareket ve davranışlarını yönlendirmedeki önemini belirtme açısından dikkat çekicidir.
Hareket ve davranışlarla, kişinin hadiseleri anlamlandırma ve ruhsal hayat arasında sıkı bir ilişki vardır. Ruhi ihtiyaçlar, gerek çocuk ve gerekse büyük yaşlardaki insanlar için fevkalade önemlidir. Nitekim ruhsal ihtiyaçları zamanında karşılanmamış çocuklar, büyüdüklerinde davranış bozuklukları gösterebilmektedirler. Psikolojik güdüler, biyolojik güdülerin aksine öncelikle öğrenme tarafından belirlenir. Bunlar, gelişimin daha sonraki bir aşamasında ortaya çıkar ve temel ihtiyaçlar karşılandıktan sonra önemli hale gelirler. Büyüdükçe de, kişinin sosyal boyutları da gelişir ve karmaşıklaşır.
Çoğu kere psikolojik oluşumların sonu kalpte biter. Kalp de değişik etkilere açık olan bir hal içinde bulunmaktadır. İnsanın iç alemindeki oluşumlar, dış aleme, başka bir ifadeyle sosyal hayata intikal etmekte ve orada iyiden veya kötüden yana değişmeler meydana getirmektedir. Taşlaşmış kalp, imana yakın olmayıp; gelişmeye, değişime ve yenilenmeye kapalıdır.
Bir psiko-sosyal ihtiyaç olarak
güven duygusu ve emniyet hissi, insanın asli ihtiyaçlarındandır. İnsanın kendisini emniyette hissetmesi, güven ve başarıya götürürken; korku da başarısızlığa yol açmaktadır. Güven, zihnin yüce ve asil yönlere doğru kesin bir umut ve kendine inançla yola çıktığı duygudur. Beceri ve güven, yenilmeyen ordulardır. Olumlu duygu ile renklendirilmiş bir tutum olan güven, olumsuz duygulara bağlı olan güven eksikliğine galip olduğunda başarı kendiliğinden gelecektir.
İnsan kuvvetli olduğunda büyüklenme, zayıf olduğu durumlarda boyun eğme (sığınma/edilgenlik) güdüsüne sahiptir. İnsanlar, toplum içindeki tutum ve davranışlarıyla kendilerine karşı da özsaygı ve değer kazanırlar. Bu, kişilik gelişimi açısından son derece önemlidir.
Güven duygusunu mutlak tatmin edecek olan Yaratıcı’ya inanma ve O’na dayanmadır.
Psiko-sosyal ihtiyaçların tatmini kişinin toplumda bir yer ve değer kazanması açısından önemlidir. Söz konusu bu ihtiyaçları belirli ölçüde giderilmeyen insanlarda bazı davranış bozuklukları kendisini göstermektedir.
Toplumsal hayat, insanların belli kurallar dahilinde tutum ve davranış sergilemesini gerektirir. Kendisine belli bir değer atfedilen hürriyet gaye değil vasıta ve ancak hakikatin köklerine mahsus bir haktır. Dolayısıyla hürriyet; ilkesizlik, her istediğini yapma ve başıboşluk demek değildir. Çünkü bu anlamdaki mutlak hürriyetten bahsetme imkansızdır. Hürriyet, sadece bedensel isteklerin tatminine yönelik olamaz. Gerçek hürriyet, insanların yaratıcılarına uygun bir hayat tarzı ve bir yaşama hakkı elde ettikleri, Yaratıcılarına hakkıyla kul olabildikleri an gerçekleşecektir. Hürriyet, içsel ve vicdanî bir değer olup Allah iradesine teslimiyet, insanların iradelerine karşı bağımsızlık demektir. Hasretin acısı ne kadar kuvvetli olursa, kavuşmanın zevki de o kadar büyük olur. Nefs ve ruh hürriyeti şeklinde iki hürriyetten bahsetme olasıdır. Ruhun hürriyeti hakikate esir olmak, nefsin hürriyeti ise, nefsin her isteğini yapmaktır ki, bu aslında nefse esir olmaktadır. Bu görüş insanın çelişkili iki bileşenden oluştuğu yargısından kaynaklanmaktadır. Bu hürriyetler birbirlerine kapalı kalpler sistemiyle bağlıdır. Nefs hürriyeti genişledikçe ruh hürriyeti, fert hürriyeti genişledikçe de cemiyet hürriyeti daralacaktır.
Asıl hürriyet, manevî hayat aleminde mümkündür. Çünkü tabiat aleminde günahlar yerçekimi fonksiyonu görürler. Kişi manen yükselip günahlardan uzaklaştığı ölçüde rahat olur ve hürriyete kavuşur. Manevî hayat, hürriyet alemidir; tabiat alemi ise hürriyete zıt bir alemdir. Binaenaleyh, insan hayatında manevi hayatın idealleri ne derece önem kazanırsa; tabiatın esirliğinden o derece kurtulur, o derece serbest ve bağımsız olur.
İnsanları bir arada tutan şeyler de, maddî menfaat ve çıkarlardan çok, manevî bağlardır. Maddi çıkarlar üzerine oluşturulan bağlar çabuk yıpranır. Para bile, maddî varlığı sebebiyle değil, ancak insanların ona verdikleri kıymet sayesinde geçerli olmaktadır.
İnsanın en sağlam ve temelli olan psikolojik ihtiyaçlarından birisi de dindir. Çünkü din, kişilik üzerinde müspet tesirler bırakarak onu kuvvetlendirmekte ve kişilik bütünlüğünü etkilemektedir.
İhtiyaç kelimesinin Kur’an’daki geçiş şekli zaman zaman Türkçe’de de kullandığımız ‘hacet’ kelimesidir. Bu kelime, Yusuf Suresi 68. ayette, ‘Yakup (a.s.)’ın içinden geçirdiği bir istek ve dilek’, Gafir Suresi 80. ayette ‘gönüllerdeki arzu’ ve Haşr Suresi 9. ayette ‘kişinin içinde hissettiği eksiklik ve ihtiyaç’ anlamında zikr olunmaktadır.