Kişi, halet-i ruhiyesine, bulunduğu ortam ve çevreye göre farklı özelliklerini keşfedip açığa çıkarabilir.
Sosyal çevre, davranışların şekillenmesinde önemli bir yere sahiptir. Belli grup ve çevrelerin belli davranış tipleri vardır. Günlük hayat içinde insan, her an hem çevresiyle, hem de kendisiyle sürekli etkileşim halindedir. Kişi, bu tür etkileşimlerde bulunurken; kendine özgü duygu, düşünce ve davranış özellikleri gösterir. İnsan, beden dili ile daima sosyal çevresine sinyaller gönderir. Bu sinyallerin bir kısmı olumluyken bir kısmı da olumsuzdur. Sözgeliimi, havanın basıncındaki, ısısındaki veya nemindeki değişiklikler; vücuttaki nörokimyasal olayları etkiler ve davranışta nörokimyasal değişiklikler kendini gösterir. Mesela, bizim “bahar yorgunluğu” dediğimiz ruh halinin altında iklimle ilgili faktörler yatar.
İnsanın etrafındaki her türlü nesne, onun çevresini oluşturur. Sosyal çevre, bireyin hareket ve davranışlarını kontrol eder ve yargılar. Toplumsal olarak, insan davranışını düzenleyen iki kaynak vardır. Bunlardan biri, grup içindeki davranışın yapısı, diğeri grubun kültürüdür; grup üyelerini bütünleştiren ortak inanç ve yönelimlerdir. Toplum, her yaştan insanı içine alan, organlaşmış, herhangi bir sözleşme eseri olmayıp ortak inançlar ve kurumlara dayanan tabiî bir kurumdur. Diğer bir deyimle cemiyet; bir muamele ve usuller sistemi, otorite ve karşılıklı yardımlar, bir çok gruplaşma ve bölümler, insan davranışının kontrol ve hürriyetleri sistemidir. Ferdi, adetler, nizamlar ve yasaklarla kuşatan cemiyet, sosyal münasebetler ağıdır ve daima değişme halindedir. Rousseu’nun dediği gibi cemaat, insan vücutlarının topluluğu değil, ruhların birlik içinde toplanmasıdır. İnsan organizması ile cemiyet arasında bünye farklılığına rağmen fonksiyon birliği söz konusudur. Her insanın mutlaka sosyal bir dünyası vardır. Bu sosyal çevrenin de kendisine göre bir yasası vardır. Bu yasalar toplumsal bir varlık olan bireyi etki altına almaktadır. Kişi, toplumun değer yargısını hesaba katmazsa, rahatsız edilebilir. Cemiyet, fertlerden teşekkül ettiği için, cemiyetin olgunluğu da fertlerin yetişmesi ile mümkün olabilir.
Kişilik ve ahlâk arasında da, çok sıkı bir bağ vardır. Kötü ahlâklı kişide, iyi bir şahsiyetin bulunması söz konusu olamaz. Şahsiyet sahibi insan; iyi, doğru, güzel, teknik ve iktisadi eserler şeklinde faaliyetine müsmir ve müstahsil, yani içtimai şekiller verebilen adamdır. Dünyada en önemli şey, kendi olmayı bilmektir. Ahlakî anlayışın ve akıllı karar vermenin ana kaynağı olan iyi karakter; çoğunlukla güzel örnek, eğitim, düzeltme ve alışkanlık sonucu oluşur. İyi karakter uzun dönemde, uygun ve doyurucu amaç saptamanın ön şartıdır. İyi bir ün kazanmanın yolu, görünmek istediğiniz gibi olmaya çalışmaktır. Ahlâkî hatanın kaynağı olan kötü karakter ise, sıklıkla ihmalin sonucudur. Kötü karakter, problemden ve sonuçta kendini yenilgiye uğratan davranıştan başka bir şey sağlamaz. Bir insanın kendi karakteri, kaderi ile ilgili son sözü söyler.
Her iletişim ve etkileşim bir hakikat anıdır. Birlikte bulunmak durumunda olduğumuz kişiye saygı gösterme, insanî yaklaşımlardır ve gerçekten muhatabı etkiler. Sana nasıl davranılmasını istiyorsan sen de başkalarına öyle davranmalısın. Fakat ilk güzel davranışı sen yaparak, güzel bir yol ve üslup başlatabilirsin.
Bireylerin birbirleriyle etkileşimini inceleyen psikoloji dalına sosyal (social) psikoloji adı verilir. Sosyal psikolojinin sahasına giren, tutumlar, kişisel çekicilik, uyma, itaat, sosyal normlar, ikna etme ve edilme gibi hususlar kişilerin birbirlerini algılamasında önemli değişkenlerdir. Şikayetçi olduğumuz cemiyet, bizlerden ve bizim çocuklarımızdan teşekkül etmektedir. Hayatta her şey, bir şekilde birbiriyle irtibat halinde ve etkileşim içindedir. İnsan bütün tutum ve özellikleriyle gökten zembille inmez, o çok uzun bir yapılaşma süreci geçirir. Bunda cemiyetin de büyük önemi vardır. İnsanî ilişkilerde esas olan, tutum ve davranış kalıplarının sağlam temellere oturtularak sonunda pişman olunmamasıdır.
Grup içindeki bireyler, benzer biçimde düşünme ve davranma eğilimindedir. Dolayısıyla, müessese davranışı üzerinde tecrübeler yapmak da mümkündür. Uyum davranışı, gerçekte en çok görülen davranış biçimidir. Hangi durumlarda nasıl davranmamız gerektiğini toplumun yetişkin fertlerinden ya da yaşıtlarımızdan öğreniriz. Çocuğun içinde yetiştiği çevre, sürekli olarak hangi duygu ve düşüncelerin kabul edilebilecek, hangilerinin kabul edilemeyecek türden olduğunu belirtir. Sosyal övgü ve maddi ödüllendirmeler edimsel davranışların koşullu pekiştiricileridir. İlgisizlik ve umursamazlık çocukları olduğu kadar, yetişkinleri de olumsuz yönde etkiler. Nazarî bakımdan, grup davranışının temel kanunlarını bulmak mümkündür. Grup davranışına ait kanunlar, ferdî davranışa ait kanunları tamamlayacaktır. Ferdin davranışı, ferdin sosyal sahasına ait özelliklerin belirlenmesinden sonra tahlil edilir.
Sosyal çevre ve davranış konusu tartışılırken sosyal değişme meselesini de göz önünde bulundurmak gerekebilir. Olumludan yana gelişim ve değişim arzulanan bir durumdur. Ancak bazı toplumlarda aşağılık kompleksinden kaynaklanabilen kültür yozlaşması olumsuz neticeler doğurabilmektedir. Olumsuzdan yana değişim hoş görülmemektedir. Allah verdiği bir nimeti layık olunduğu sürece geri almayacağını beyan etmektedir. Aynı şekilde, iyiden yana açılımların olabilmesi için toplum olarak iyilik yolunda mesafe kat etmek gerekmektedir. “Allah insanlarda olanı, onlar kendileri değiştirmedikçe, değiştirmez.” Eğer toplumdaki insanlar ahlâkî değerleri yaşatmaya devam ederlerse Allah onlara verdiği maddi ve manevî nimetlerini devam ettirir. Ancak milletlerin tarihlerinde görüleceği üzere, nimetler sefahate yol açacak olursa, toplum ve devletler en güçlü oldukları zamanlarda yaralar alarak; duraklama, gerileme ve yıkılma sürecini yaşayarak tarih sahnesinden çekilirler.
Sosyal bütünleşmenin tersi olarak bilinen sosyal kirlenme veya sosyal çözülme, bir toplumu ayakta tutan inanç ve değer sistemlerinin etkinliklerini yitirmesi, sosyal müesseselerin yeni nizam ve değerlere uyum sağlayamaması süreci olarak tanımlanabilir.
İnsan hayatının düzenli ve huzurlu olabilmesi, büyük ölçüde insanın çevre ve tabiatla uyumlu olmasına bağlıdır. Aksi halde insanların kendi hataları sebebiyle karada ve denizde, çevre kirlenmesi söz konusu olmaktadır. Bu, tabiî çevrenin bozulmasıyla ilgili olduğu kadar, sosyal çevrenin fesadıyla da alakalı olabilir. İnsan, bir taraftan çevreyi etkiler, ona tesir eder, diğer taraftan da, bizzat kendisinin oluşturmuş olduğu bu sosyal çevreden etkilenir. İnsan hayatının huzur ve mutluluğu, manevî çevresiyle olan ilişkisiyle de yakından ilgilidir.
Fert üzerinde muhitin yani cemiyetin tesiri büyüktür. Bu tesirde de kişinin kendini algılayış şekliyle, kültürel arka planı arasında bir irtibat söz konusudur. Davranış tecrübesi, kişinin çeşitli davranışları karşısında çevresindekilerin takındıkları tavırla ilgilidir. En basitinden kendisine kravat seçen bir insan, o esnada fizikî bakımdan yalnız olsa da yine tesir altında kalmıştır. Çünkü diğer tanıdıklarının bunu karşı nasıl tavır takınacaklarını düşünür. Böylece başka insanlara bağlı olarak hareket ettiğine göre, bir sosyal saha içinde bulunuyor demektir.
Kişiliğin özgürce gelişebilmesi için hürriyet şartlarının gerçekleştiği bir toplum gereklidir. Ancak hürriyet, mutlak kontrolsüzlük değildir. Aşırı kontrol iyi neticeler vermediği gibi aşırı hürriyet de mükemmel bir toplumun oluşmasında iyi neticeler vermemektedir. Sosyal çevre ferdî hürriyeti ve düşünce şeklini etkilemektedir. Bunu, ortam atmosferinin kişinin düşünce ve davranışına etkisi şeklinde isimlendirmek mümkündür. Nitekim, şu ayet bu duruma dâl bi’l-işaresiyle yani dolaylı yoldan işaret etmesiyle delalet etmektedir. “Ey Muhammed! Sen onlara şöyle de: ‘Size bir tek öğüdüm var. İkişer ikişer ve teker teker Allah’a yönelin, sonra düşünün.” Bu ayet, insanı Hakka götürecek tefekkürün, insanı doğruluktan saptıran toplu düşünüş ve hareketlerden uzak ya tek başına ya da uygun bir arkadaşla mümkün olabileceğine temas etmektedir.
Davranışların büyük bir kısmı, kalıtım ile çevrenin etkileşimine dayanır; gen dizileri, kişinin davranış potansiyelini belirler; ancak bu potansiyelin şekillenmesi çevreye bağlıdır. Sosyal çevre kalıtımdan gelen özelliklerin hayata aksetmesi yönünde etkindir. Topluma yön veren fikir ve sanat adamları, toplumun kültürel dokusunun belirlenmesinde etkindirler. Sosyal çevreye, şahsiyetlerdeki potansiyeli ortaya çıkarma istidadını veren büyük fertlerdir. Dolayısıyla, davranışların oluşmasında en önemli unsurlardan biri de ferdin sosyal çevresidir. Toplum, grup ve cemaat gibi, her toplumsal sistemin kendine özgü kuralları, değer sistemi, uyum ve bütünleşme mekanizmaları vardır.
Sosyal rol ve davranış, içinde yaşanılan toplumun dokusuyla yakından ilgilidir. İctimaî davranış, bireyin düşünerek ve duyarak yaptığı bir seçenek ve tercihler sistemi meydana getirmektedir. Toplumun değer yargıları ferdin davranışlarını denetleyip kontrol eden bir özelliğe sahiptir. Oluşumu kültürün etkisi altında, tarih süreci içinde şekillenen toplumsal yargılar; tutumların biçimlenmesine yol açan, duygusallık içeriği olan uyarılardır.
Çevre, insanın hareketlerini kontrolde önemli bir etkiye sahiptir. Kişi, içinde bulunduğu çevrenin özelliklerini, hal tavır ve davranışlarıyla yansıtmaktadır. Bundan dolayı insana olumlu davranış kalıpları sunan toplulukta bulunmak ve iyi arkadaşlar edinmek kişilik gelişimi açısından önemlidir. Kişinin kendi kabiliyetlerini keşfetme ve ortaya koyabilmesi için bu tür olumlu ve verimli çevrelere ihtiyaç vardır. Tohumun özelliklerinin anlaşılabilmesi için, verimli toprağa ekilip, su ve benzeri gerekliliklerle beslenmesi gerektiği gibi; insanlarda gizli kabiliyetlerin açığa çıkabilmesi için de, uygun grup ve çevreler gerekmektedir. Sosyal çevrenin bir etkisi olarak insanlar kendilerini, toplumdaki başka insanlarla mukayese ederek değerlendirirler. Nitekim muhtemel muhataplarını bulan kişiler kabiliyetlerini rekabet yoluyla da açığa çıkarma fırsatını yakalayabilirler. Kabiliyetiyle alakalı hedef ve örneklere sahip olanlar kendilerini geliştirmede daha şanslı olurlar. Toplumun, ferdi bazı noktalarda dizginlediği ve onu keyfine göre hareket etmekten alıkoyduğu bir vakıadır. İnsan neyin iyi, neyin kötü olduğunu belirlerken, toplumun kendisine karşı takındığı tavırdan etkilenir. Toplumun bu kontrol ve yaptırımı ne kadar olumlu olursa; ortaya çıkacak insan ve davranış tipi de o kadar olumludur.
Belirli bir oranda toplum kurallarına uyma, toplu halde yaşamak için gereklidir ve bunun karşıtı durumlar bireyin kendisi için de zararlı olabilir. Ancak, yalnızca toplumun onayına yönelik davranışlar, kişiliğin ortadan silinmesine neden olabilir ve dışarıdan gelen etkilerle değişen insan kaliteyi yakalayamaz ve bu değişim devamlılık arz etmez. Bunun için kişinin şahsiyet değerlerini rencide etmeyecek, aksine onu geliştirecek zeminlerin oluşturulması toplumsal verimlilik açısından gereklidir.
Toplumlar, değerlerini geliştirip devam ettirebildikleri ölçüde, devamlı ve verimli olurlar. Değerlerini geliştirip yaşatamayan toplumların tarihsel sürekliliği de mümkün değildir. Çünkü, davranış ve etkileşimler, kurumsallaşmış kültürel modeller çerçevesinde ortak bir değer ölçeğine göre oluşurlar. Ferdî tutum ve davranışların nasıl bir toplumsal birim oluşturdukları, ancak bu ortak kültürel değerlere bağlı olarak anlaşılabilir. Fert ve toplum arasındaki kabullenilirlik, kaliteli süreklilik açısından önemlidir. Bu açıdan eğitim, çok önemli bir fonksiyona sahiptir. Sosyo-kültürel değerlerini geliştirerek yeni nesillere aktarabilen toplumlar, geleceklerini garanti altına alabilirler. Aksini tahmin etmek zor olmasa gerektir.
Ahlakî değerler, insanı toplumdaki başka insan veya insan gruplarıyla uyumlu kılmakta son derece önem arz eder. Bu ahlâkî değerleri ve onlara bağlı olarak ortaya çıkan ilkeleri yaşantı haline getiren insan, hem kendisi, hem de toplumuyla uyumlu olur. Toplumdaki fikirler, ancak tabii ve asli seyrinde netleşirler. Fikirlerin anlaşılıp değerlendirilmesi önfikirlerden uzak hikmetseverlikle mümkün olabilir. Herhangi bir toplumdaki kişi, bir süreç içerisinde toplumdaki yaklaşımı özümseyebilir ve onu kendisinin malı, kendisini de onun müntesibi kılabilir. Bir Kur’ân prensibi olan “iyiliği emredip kötülüğü önleme” anlayışının törpülenmesi toplumumuzdaki sosyal çözülmeyi arttırmaktadır. Günlük hayattan kovulan eski ahlâkî değerlerin yerine yenileri getirilemediğinde; boşluğa düşen insanların tatmin olmak için, zembereği boşalan saat gibi, sosyal çözülmeye neden olan gayr-i ahlâkî yollara, alışkanlıklara yönelmeleri söz konusu olabilir. İlim ve değerler, kültür ve hayat tarzı haline gelirse; gelişme ve davranışlarda olgunlaşma mümkün olabilir.
Toplumumuzda, fert ve cemiyet arasındaki ideal denge, dini kimliği oluşturan İslam sayesinde gerçekleşebilir. Aile, iş ve arkadaş çevresi arasında, değer farklılaşması yoksa; verimli ve dengeli bir kişilik ve davranış çizgisi ortaya çıkabilir. Eğer, bunlar birbirini desteklemiyor, aksine çelişen bir değer ve sistem taşıyorsa; fertte bunalım göstergeleri belirebilir.
Sosyal hayatın temelini, insanın kurum ve kişilerle münasebetleri oluşturmaktadır. Bu münasebetlerdeki ölçülerin bir kısmını ifade eden sosyal norm kavramı, belli bir durumda nasıl davranılacağı hakkında toplumun koymuş olduğu kaideleri ifade etmektedir. Ancak bu yapı ve kurallar hiç değişmez değildir. Sosyal yapı da canlı bir uzviyet gibi devamlı değişim gösterir. Ancak, bu kanun ve geleneklerin davranışlar üzerinde önemli etkisi vardır. Belli kültür çevrelerinde, genellikle insanlar aynı temel dinamiklere göre hareket ederler. Eğer insan davranışları, bu dinamikler tarafından kontrol edilmeseydi; toplumda çok daha ciddi sıkıntılar yaşanırdı. Toplumlardaki çalkantı ve problemlerin sebeplerinin bir kısmı, sosyal kontrolün etkisini gittikçe kaybetmesindendir. Bu noktada Kur’ân’ın “hakkı tavsiye prensibi” devamlı canlı tutulmalıdır. Aksi halde fert ve toplumların bunalımlardan kurtulmaları çok güçleşir, hatta mümkün olmayabilir.
Sosyal çevre ve davranış konusuna da yer veren sosyal psikoloji, kollektif davranış bilimi olarak da isimlendirilir. Ferdin, tek başına olduğu zamanlarla, toplum içinde olduğu anlardaki tutum ve davranışı farklılık arz edebilir. Bilhassa toplumsal patlama, panik, ayaklanma gibi paylaşılan atmosferin toplum davranışındaki etkilerini daha net bir şekilde görmek mümkündür. Sosyal çevre davranışları, olumlu veya olumsuz yönde etkileyebilir. Eğer sosyal müeyyide kurumları çalışıyor, toplum denetim görevini yürütüyor ve olumluya yönlendiriyorsa, kişi davranışları olumlu yönde gelişim ve denetim mekanizması bulmuş demektir. Bunun aksine toplum kötülüklere karşı duyarsız hale gelmiş, nemelazım anlayışı hüküm sürmeye başlamışsa toplum görevini yapmıyor demektir. Bu gibi toplumlarda kötülükler hızla yayılır. Çünkü zaten insanın tabiatında var olan kötüye meyil yeşerecek zemini bulmuş demektir.
Sosyal grupların önemli bir özelliği, kendilerini teşkil eden fertlere bağlı olmaksızın devam edebilmesidir. Fert, tecrübeleri arttıkça; zümre tavırlarına uymaya çalışır ve toplumun kendisine verdiği rolü başarır. Çözülme halindeki toplumlarda toplum tavırları da çözülme sürecinde olduğundan ayrı cinsten ve kararsız olmasına rağmen yinede belli bir sürekliliğe sahiptir yani büsbütün kaybolmuş değildir. Ancak böyle toplumlardaki çatışkan tavırlar fertlerin görüş ve davranışlarında tutarsızlıklar meydana getirirler. Bu türlü toplumlarda dahi hiçbir insan, sosyal duygusunu büsbütün kaybetmiş değildir.
Toplumlarda din, birleştirici ve toplayıcı bir faktör olarak önemli bir vazife görür. Kur’ân, “Bütün müminler kardeştir” ilâhî düsturuyla müminleri manevi bir bütün, bir topluluk olarak değerlendirmektedir. Dinimiz, tanınsın tanınmasın bütün mü’minlerin karşılaştıklarında birbirleriyle selamlaşarak; iyi dilek ve selamet temennisinde bulunmalarını tavsiye eder. Ayrıca Kur’ân, “Hep birlikte Allah’ın ipine (kitabına, dinine) sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın” emr-i celiliyle birleşmeyi ve Allah’ın gösterdiği yoldan ayrılmamayı tavsiye etmektedir. Kur’ân’ın bu düsturu, toplumun da bir insan bünyesi gibi birlik ve beraberliğe ihtiyacının olduğunu vurgulamaktadır. Ayrılığa düşmenin, toplumsal gücü yok edeceğine işaret eden ayet-i kerime de bunu veciz bir şekilde beyan etmektedir. Bu düsturlar, toplum fertleri arasındaki yaklaşmayı ve dayanışmayı artırmalıdır. Yakınlığı ve sevgiyi kuvvetlendirmelidir. Fertleri arasında manevî bütünlük ve hissî bağlar bulunmayan toplumlar ise anarşi ve kargaşalık içinde yaşar ve çabuk dağılırlar. Güzel hasletler, toplumlarda yaşayacak olursa; huzur ve mutluluk da devamlı olacak demektir. “Bu böyledir, çünkü bir millet kendilerinde bulunan (güzel meziyet)i değiştirmedikçe Allah onlara verdiği nimeti değiştirmez.” İyilikler, iyiliklerin artmasına vesile olurken, yapılan her kötülük de toplumdaki kötülüklerin artmasına sebep olmaktadır. Verilen iyi nimetlerin devam edebilmesi için, değerinin bilinmesi gerekmektedir.
Toplumların, varolabilmesi için düzen; düzenin olabilmesi için de kurallar gereklidir. Töreler ve kurallar, ferdin davranışının her boyutunu denetler ve onun ikinci kişiliği durumuna gelir. Birey, onları bozarsa; tedirgin olur ve suçlanır. Bu duygu, insanı hayvandan ayıran en önemli özelliktir. Dolayısıyla, töre ve kurallar olmadan medeniyet de söz konusu olamaz. Toplum normları, yeni yetişenlerin davranışlarını yönlendirdiği gibi, büyüklerin davranışlarını da kontrol eder.
Sosyal değişme, toplum yapısını oluşturan sosyal ilişkiler ağının, bu ilişkileri belirleyen kurumların ve sosyal rol kalıplarının değişmesi şeklinde tarif edilmektedir. Sağlıklı toplum, temel umdelerden taviz vermeyerek; ihtiyaca göre, istikrar içinde değişme gösteren toplumdur. Gerçek değişim, içeriden dışarıya doğru bir yol takip eder. Toplumsal gelişme ve bozulma fertten başlar. Çünkü toplumların yapı taşları fertlerdir. Tarih dikkatle incelenecek olursa, bütün sosyal değişmelerin başlangıcında, davasına inanmış ve onu hayat prensibi haline getirmiş fertler olduğu görülür. Hz. Muhammed (s.a.v.) başlangıçta tek kişidir. Ama mükemmel bir kişilik ve inanmışlık seviyesine sahiptir. Başlangıçta yavaş gibi görünen sirayet ve mükemmelleşme, zamanla çok hızlı seviyelere erişmiş, toplu ihtidalar gerçekleşmiştir.
Toplumun gelişme yönündeki değişimi konusunda fert, bütün toplumu değiştirmek gibi bir yükümlülükle karşı karşıya değildir. Zaten, büyük ve kalıcı değişimler, bizzat fertlerin kendilerinden başlamaktadır ve kişi birinci derecede kendi davranışlarından sorumludur. Ancak, fertlerin olumlu veya olumsuz davranışlarından tüm toplumun etkilendiği de bir gerçektir. Farklı olmaya çalışana karşı, toplumun tavır alması tabiîdir. Değişimin olduğu her yerde, direnç oluşacaktır. Çilesiz gelişme ve iyiden yana değişme olmaz. Gelişimin ızdırapları, sancıları ve zorlukları olacaktır.
Toplumsal hayat, çok boyutludur. Her bir insan, hayatta birçok farklı rol, statü ve duruma sahiptir. Kişi, farklı yer ve durumlarda birçok rolleri üstlenebilir. Bu farklı yer ve durumlarda kişinin ortaya koyduğu tutum ve davranışlar, farklı değerlerin ortaya konmasına sebep olabilir. Sosyal roller ve değerlerin dışında da, kişinin kendine özgü geçmiş yaşantıları, kişisel beklentileri de vardır. Bu beklentiler, algılama çerçevesini oluşturur. Sosyal kontrolün etkisindeki insan, başkalarıyla birlikteyken birçok şeyi daha iyi yapabilir. Bu, onun kendi içindeki yalnızlığını sona erdirmeyebilir; buna rağmen o, içinde yaşadığı sıkıntılara karşı yürekli bir savaş vermek zorundadır.
Belirli bir yapı içerisinde ortaya çıkan, sosyal anlaşmanın sonucu, sınırları belirlenen davranışlar topluluğuna veya bir sosyal grup içerisinde istenen davranışlar örgüsünden oluşan sosyal etkileşim alanına, davranış düzlemi denmektedir. Bireysel davranışlar, bu davranış düzlemleri içerisinde anlam kazanır ve sosyal davranışlar haline döner. Bu noktada, kişinin davranış düzlemi içerisinde bulunacağı yeri gösteren ‘pozisyon’ veya ‘sosyal durum’u ifade eden sosyal statü kavramı da önem arz etmektedir. Sosyal statü, davranış düzlemi içerisinde belirli veya üstü kapalı olarak tanımlanmış bir alandır. Toplumsal huzur ve sükunun yaşanabilmesi için, bunlara dikkat edilmesi ve eğer müslüman bir toplum ise, ayrıca şu ayetin gereklerinin de yerine getirilmesi icap eder. “Ayrıca Allah’a ve Resulü’ne itaat edin. Ve birbirinizle didişmeyin. Sonra içinize korku düşer ve kuvvetiniz elden gider. Sabırlı olun, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” Toplumsal huzur ve sükunun sağlanabilmesi için, toplumu oluşturan fertlerin birbirlerine karşı sevgi ve saygı beslemesi gerekir.
Bir insanın değeri, onun kişiliğine göre ortaya çıkar. Kişiliğin dışa yansıyan şekillerine, genel olarak davranış denilebilir. Bir toplumdaki fertlerin davranışlarının yoğunlaştığı tarz, o toplumun genel karakterini belirler. Toplumdaki kişiler belli bir davranış değişikliği sergilediklerinde, bunun yaygınlaşmasıyla orantılı olarak sosyal değişme meydana gelmektedir. Bu değişme, içinde bulunduğumuz yüzyılda medyanın da etkisiyle her zamankinden daha hızlı bir şekilde vuku bulmaktadır. Çünkü modern insan, köksüzdür ve bütünlüğü yitirmiştir. Bu bütünlüğü yitirme onu, iç huzuruna eremediği için; dengesizleştirmekte, bu hızlı değişimin içinde neye uğradığını fark edemeden daha başka değişimlerin tesirine maruz kalabilmektedir. Ancak, bu durumdaki insanın davranışlarının belirleyicisi dahi, her şeye rağmen yine de kendisidir. Çünkü insan, iradeli bir yaratıktır ve davranışlarını belirlemekte bazı tesirlere maruz kalmakla beraber muhayyerdir. Herkes kendi kişiliğine uygun şekilde davranışlar sergiler. “De ki: Her insan kendi seciye ve karakterine göre davranır. Kimin daha isabetli olduğunu ise Rabb’iniz bilir.” Bu ayet insanın ferdi ve toplumsal davranışı açısından çok dikkate değerdir. Her insan kendi hal ve davranışını hoş görür. Ancak davranışların değerini ve güzelliğini belirleyici olan bizzat Allah’ın kendisidir. Buna göre kişiler, davranışlarını Allah ve Rasülü’nün ölçülerine göre değerlendirmek durumundadırlar.
İnsan üzerinde en etkili olan davranış kalıpları, âile içinde kazandıklarıdır. Birtakım normlara uymamanın toplumsal cezalarla karşılandığını gören birey, bundan böyle ceza etkenini göz önünde bulundurarak tutum ve davranışlarını düzenleyecektir. İnsan hayatını ilgilendiren her davranış ve faaliyette, kalite aranmalıdır. Değerlerden kaynaklanan güç, insanı ezmeyen, insan onurunu küçültmeyen, aksine insan onurunu yücelten bir güçtür. Muhatap olduğumuz kişiye doğru bilgiyi vermek, onların davranışlarını iyi yönde değiştirecektir. Korkudan kaynaklanan disiplin, korku kaynağı yok olduğu zaman kaybolur. Ama, kişinin kendi içinden gelen disiplin, hiç kaybolmaz; kişi onu özümsediği ve benimsediği sürece devam eder.
Kabul ve rızaya uygun davranış, grup içinde kalmayı sağlar. Aykırı davranışlar ise, grup içinde kalmayı zorlaştırır. Kişinin toplumla, sosyal hayatla, kültürle ilgili yönleri, ait olmayı ifade eden yönleridir. Sosyal çevre, kişiliğin oluşumunda; kişilik de davranışların şekillenmesinde önem arz eder. Kişiliğin oluşmasında, insanın içinde doğup büyüdüğü aile ve ev ortamının etkileri çok yönlüdür. Ana-baba tutumunun, çocukların çeşitli kişilik özelliklerinin oluşumunda etkili olduğu görülmektedir. Kişilik oluşmasında, aile faktörü içinde kardeşlik ilişkileri de önemli bir yer tutmaktadır. “Kız anadan, oğlan babadan görmeyince öğüt almaz” sözü ailenin çocuk üzerindeki etkisini gayet güzel açıklamaktadır.
İnsan davranışlarının ve psikolojisinin ortak kanun ve ilkeleri yanında, kültürlere göre farklılaşan özel çizgileri de vardır. Modern medeniyet, sosyal tabakaları birbirine gittikçe yabancı kılmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, ‘milli eğitim’in ifade ettiği anlam daha da netleşmektedir. Çünkü eğitim, insan davranışlarını düzenlemek, fertleri topluma hazırlamak ve nesiller arası kültür naklini gerçekleştirmek gibi fonksiyonlara sahiptir. Bu fonksiyonları yerine getiremeyen eğitimin milliliği, kendiliğinden tartışma konusu haline gelmiş demektir.
İnsanın etrafındaki her türlü nesne, onun çevresini oluşturur. Sosyal çevre, bireyin hareket ve davranışlarını kontrol eder ve yargılar. Toplumsal olarak, insan davranışını düzenleyen iki kaynak vardır. Bunlardan biri, grup içindeki davranışın yapısı, diğeri grubun kültürüdür; grup üyelerini bütünleştiren ortak inanç ve yönelimlerdir. Toplum, her yaştan insanı içine alan, organlaşmış, herhangi bir sözleşme eseri olmayıp ortak inançlar ve kurumlara dayanan tabiî bir kurumdur. Diğer bir deyimle cemiyet; bir muamele ve usuller sistemi, otorite ve karşılıklı yardımlar, bir çok gruplaşma ve bölümler, insan davranışının kontrol ve hürriyetleri sistemidir. Ferdi, adetler, nizamlar ve yasaklarla kuşatan cemiyet, sosyal münasebetler ağıdır ve daima değişme halindedir. Rousseu’nun dediği gibi cemaat, insan vücutlarının topluluğu değil, ruhların birlik içinde toplanmasıdır. İnsan organizması ile cemiyet arasında bünye farklılığına rağmen fonksiyon birliği söz konusudur. Her insanın mutlaka sosyal bir dünyası vardır. Bu sosyal çevrenin de kendisine göre bir yasası vardır. Bu yasalar toplumsal bir varlık olan bireyi etki altına almaktadır. Kişi, toplumun değer yargısını hesaba katmazsa, rahatsız edilebilir. Cemiyet, fertlerden teşekkül ettiği için, cemiyetin olgunluğu da fertlerin yetişmesi ile mümkün olabilir.
Kişilik ve ahlâk arasında da, çok sıkı bir bağ vardır. Kötü ahlâklı kişide, iyi bir şahsiyetin bulunması söz konusu olamaz. Şahsiyet sahibi insan; iyi, doğru, güzel, teknik ve iktisadi eserler şeklinde faaliyetine müsmir ve müstahsil, yani içtimai şekiller verebilen adamdır. Dünyada en önemli şey, kendi olmayı bilmektir. Ahlakî anlayışın ve akıllı karar vermenin ana kaynağı olan iyi karakter; çoğunlukla güzel örnek, eğitim, düzeltme ve alışkanlık sonucu oluşur. İyi karakter uzun dönemde, uygun ve doyurucu amaç saptamanın ön şartıdır. İyi bir ün kazanmanın yolu, görünmek istediğiniz gibi olmaya çalışmaktır. Ahlâkî hatanın kaynağı olan kötü karakter ise, sıklıkla ihmalin sonucudur. Kötü karakter, problemden ve sonuçta kendini yenilgiye uğratan davranıştan başka bir şey sağlamaz. Bir insanın kendi karakteri, kaderi ile ilgili son sözü söyler.
Her iletişim ve etkileşim bir hakikat anıdır. Birlikte bulunmak durumunda olduğumuz kişiye saygı gösterme, insanî yaklaşımlardır ve gerçekten muhatabı etkiler. Sana nasıl davranılmasını istiyorsan sen de başkalarına öyle davranmalısın. Fakat ilk güzel davranışı sen yaparak, güzel bir yol ve üslup başlatabilirsin.
Bireylerin birbirleriyle etkileşimini inceleyen psikoloji dalına sosyal (social) psikoloji adı verilir. Sosyal psikolojinin sahasına giren, tutumlar, kişisel çekicilik, uyma, itaat, sosyal normlar, ikna etme ve edilme gibi hususlar kişilerin birbirlerini algılamasında önemli değişkenlerdir. Şikayetçi olduğumuz cemiyet, bizlerden ve bizim çocuklarımızdan teşekkül etmektedir. Hayatta her şey, bir şekilde birbiriyle irtibat halinde ve etkileşim içindedir. İnsan bütün tutum ve özellikleriyle gökten zembille inmez, o çok uzun bir yapılaşma süreci geçirir. Bunda cemiyetin de büyük önemi vardır. İnsanî ilişkilerde esas olan, tutum ve davranış kalıplarının sağlam temellere oturtularak sonunda pişman olunmamasıdır.
Grup içindeki bireyler, benzer biçimde düşünme ve davranma eğilimindedir. Dolayısıyla, müessese davranışı üzerinde tecrübeler yapmak da mümkündür. Uyum davranışı, gerçekte en çok görülen davranış biçimidir. Hangi durumlarda nasıl davranmamız gerektiğini toplumun yetişkin fertlerinden ya da yaşıtlarımızdan öğreniriz. Çocuğun içinde yetiştiği çevre, sürekli olarak hangi duygu ve düşüncelerin kabul edilebilecek, hangilerinin kabul edilemeyecek türden olduğunu belirtir. Sosyal övgü ve maddi ödüllendirmeler edimsel davranışların koşullu pekiştiricileridir. İlgisizlik ve umursamazlık çocukları olduğu kadar, yetişkinleri de olumsuz yönde etkiler. Nazarî bakımdan, grup davranışının temel kanunlarını bulmak mümkündür. Grup davranışına ait kanunlar, ferdî davranışa ait kanunları tamamlayacaktır. Ferdin davranışı, ferdin sosyal sahasına ait özelliklerin belirlenmesinden sonra tahlil edilir.
Sosyal çevre ve davranış konusu tartışılırken sosyal değişme meselesini de göz önünde bulundurmak gerekebilir. Olumludan yana gelişim ve değişim arzulanan bir durumdur. Ancak bazı toplumlarda aşağılık kompleksinden kaynaklanabilen kültür yozlaşması olumsuz neticeler doğurabilmektedir. Olumsuzdan yana değişim hoş görülmemektedir. Allah verdiği bir nimeti layık olunduğu sürece geri almayacağını beyan etmektedir. Aynı şekilde, iyiden yana açılımların olabilmesi için toplum olarak iyilik yolunda mesafe kat etmek gerekmektedir. “Allah insanlarda olanı, onlar kendileri değiştirmedikçe, değiştirmez.” Eğer toplumdaki insanlar ahlâkî değerleri yaşatmaya devam ederlerse Allah onlara verdiği maddi ve manevî nimetlerini devam ettirir. Ancak milletlerin tarihlerinde görüleceği üzere, nimetler sefahate yol açacak olursa, toplum ve devletler en güçlü oldukları zamanlarda yaralar alarak; duraklama, gerileme ve yıkılma sürecini yaşayarak tarih sahnesinden çekilirler.
Sosyal bütünleşmenin tersi olarak bilinen sosyal kirlenme veya sosyal çözülme, bir toplumu ayakta tutan inanç ve değer sistemlerinin etkinliklerini yitirmesi, sosyal müesseselerin yeni nizam ve değerlere uyum sağlayamaması süreci olarak tanımlanabilir.
İnsan hayatının düzenli ve huzurlu olabilmesi, büyük ölçüde insanın çevre ve tabiatla uyumlu olmasına bağlıdır. Aksi halde insanların kendi hataları sebebiyle karada ve denizde, çevre kirlenmesi söz konusu olmaktadır. Bu, tabiî çevrenin bozulmasıyla ilgili olduğu kadar, sosyal çevrenin fesadıyla da alakalı olabilir. İnsan, bir taraftan çevreyi etkiler, ona tesir eder, diğer taraftan da, bizzat kendisinin oluşturmuş olduğu bu sosyal çevreden etkilenir. İnsan hayatının huzur ve mutluluğu, manevî çevresiyle olan ilişkisiyle de yakından ilgilidir.
Fert üzerinde muhitin yani cemiyetin tesiri büyüktür. Bu tesirde de kişinin kendini algılayış şekliyle, kültürel arka planı arasında bir irtibat söz konusudur. Davranış tecrübesi, kişinin çeşitli davranışları karşısında çevresindekilerin takındıkları tavırla ilgilidir. En basitinden kendisine kravat seçen bir insan, o esnada fizikî bakımdan yalnız olsa da yine tesir altında kalmıştır. Çünkü diğer tanıdıklarının bunu karşı nasıl tavır takınacaklarını düşünür. Böylece başka insanlara bağlı olarak hareket ettiğine göre, bir sosyal saha içinde bulunuyor demektir.
Kişiliğin özgürce gelişebilmesi için hürriyet şartlarının gerçekleştiği bir toplum gereklidir. Ancak hürriyet, mutlak kontrolsüzlük değildir. Aşırı kontrol iyi neticeler vermediği gibi aşırı hürriyet de mükemmel bir toplumun oluşmasında iyi neticeler vermemektedir. Sosyal çevre ferdî hürriyeti ve düşünce şeklini etkilemektedir. Bunu, ortam atmosferinin kişinin düşünce ve davranışına etkisi şeklinde isimlendirmek mümkündür. Nitekim, şu ayet bu duruma dâl bi’l-işaresiyle yani dolaylı yoldan işaret etmesiyle delalet etmektedir. “Ey Muhammed! Sen onlara şöyle de: ‘Size bir tek öğüdüm var. İkişer ikişer ve teker teker Allah’a yönelin, sonra düşünün.” Bu ayet, insanı Hakka götürecek tefekkürün, insanı doğruluktan saptıran toplu düşünüş ve hareketlerden uzak ya tek başına ya da uygun bir arkadaşla mümkün olabileceğine temas etmektedir.
Davranışların büyük bir kısmı, kalıtım ile çevrenin etkileşimine dayanır; gen dizileri, kişinin davranış potansiyelini belirler; ancak bu potansiyelin şekillenmesi çevreye bağlıdır. Sosyal çevre kalıtımdan gelen özelliklerin hayata aksetmesi yönünde etkindir. Topluma yön veren fikir ve sanat adamları, toplumun kültürel dokusunun belirlenmesinde etkindirler. Sosyal çevreye, şahsiyetlerdeki potansiyeli ortaya çıkarma istidadını veren büyük fertlerdir. Dolayısıyla, davranışların oluşmasında en önemli unsurlardan biri de ferdin sosyal çevresidir. Toplum, grup ve cemaat gibi, her toplumsal sistemin kendine özgü kuralları, değer sistemi, uyum ve bütünleşme mekanizmaları vardır.
Sosyal rol ve davranış, içinde yaşanılan toplumun dokusuyla yakından ilgilidir. İctimaî davranış, bireyin düşünerek ve duyarak yaptığı bir seçenek ve tercihler sistemi meydana getirmektedir. Toplumun değer yargıları ferdin davranışlarını denetleyip kontrol eden bir özelliğe sahiptir. Oluşumu kültürün etkisi altında, tarih süreci içinde şekillenen toplumsal yargılar; tutumların biçimlenmesine yol açan, duygusallık içeriği olan uyarılardır.
Çevre, insanın hareketlerini kontrolde önemli bir etkiye sahiptir. Kişi, içinde bulunduğu çevrenin özelliklerini, hal tavır ve davranışlarıyla yansıtmaktadır. Bundan dolayı insana olumlu davranış kalıpları sunan toplulukta bulunmak ve iyi arkadaşlar edinmek kişilik gelişimi açısından önemlidir. Kişinin kendi kabiliyetlerini keşfetme ve ortaya koyabilmesi için bu tür olumlu ve verimli çevrelere ihtiyaç vardır. Tohumun özelliklerinin anlaşılabilmesi için, verimli toprağa ekilip, su ve benzeri gerekliliklerle beslenmesi gerektiği gibi; insanlarda gizli kabiliyetlerin açığa çıkabilmesi için de, uygun grup ve çevreler gerekmektedir. Sosyal çevrenin bir etkisi olarak insanlar kendilerini, toplumdaki başka insanlarla mukayese ederek değerlendirirler. Nitekim muhtemel muhataplarını bulan kişiler kabiliyetlerini rekabet yoluyla da açığa çıkarma fırsatını yakalayabilirler. Kabiliyetiyle alakalı hedef ve örneklere sahip olanlar kendilerini geliştirmede daha şanslı olurlar. Toplumun, ferdi bazı noktalarda dizginlediği ve onu keyfine göre hareket etmekten alıkoyduğu bir vakıadır. İnsan neyin iyi, neyin kötü olduğunu belirlerken, toplumun kendisine karşı takındığı tavırdan etkilenir. Toplumun bu kontrol ve yaptırımı ne kadar olumlu olursa; ortaya çıkacak insan ve davranış tipi de o kadar olumludur.
Belirli bir oranda toplum kurallarına uyma, toplu halde yaşamak için gereklidir ve bunun karşıtı durumlar bireyin kendisi için de zararlı olabilir. Ancak, yalnızca toplumun onayına yönelik davranışlar, kişiliğin ortadan silinmesine neden olabilir ve dışarıdan gelen etkilerle değişen insan kaliteyi yakalayamaz ve bu değişim devamlılık arz etmez. Bunun için kişinin şahsiyet değerlerini rencide etmeyecek, aksine onu geliştirecek zeminlerin oluşturulması toplumsal verimlilik açısından gereklidir.
Toplumlar, değerlerini geliştirip devam ettirebildikleri ölçüde, devamlı ve verimli olurlar. Değerlerini geliştirip yaşatamayan toplumların tarihsel sürekliliği de mümkün değildir. Çünkü, davranış ve etkileşimler, kurumsallaşmış kültürel modeller çerçevesinde ortak bir değer ölçeğine göre oluşurlar. Ferdî tutum ve davranışların nasıl bir toplumsal birim oluşturdukları, ancak bu ortak kültürel değerlere bağlı olarak anlaşılabilir. Fert ve toplum arasındaki kabullenilirlik, kaliteli süreklilik açısından önemlidir. Bu açıdan eğitim, çok önemli bir fonksiyona sahiptir. Sosyo-kültürel değerlerini geliştirerek yeni nesillere aktarabilen toplumlar, geleceklerini garanti altına alabilirler. Aksini tahmin etmek zor olmasa gerektir.
Ahlakî değerler, insanı toplumdaki başka insan veya insan gruplarıyla uyumlu kılmakta son derece önem arz eder. Bu ahlâkî değerleri ve onlara bağlı olarak ortaya çıkan ilkeleri yaşantı haline getiren insan, hem kendisi, hem de toplumuyla uyumlu olur. Toplumdaki fikirler, ancak tabii ve asli seyrinde netleşirler. Fikirlerin anlaşılıp değerlendirilmesi önfikirlerden uzak hikmetseverlikle mümkün olabilir. Herhangi bir toplumdaki kişi, bir süreç içerisinde toplumdaki yaklaşımı özümseyebilir ve onu kendisinin malı, kendisini de onun müntesibi kılabilir. Bir Kur’ân prensibi olan “iyiliği emredip kötülüğü önleme” anlayışının törpülenmesi toplumumuzdaki sosyal çözülmeyi arttırmaktadır. Günlük hayattan kovulan eski ahlâkî değerlerin yerine yenileri getirilemediğinde; boşluğa düşen insanların tatmin olmak için, zembereği boşalan saat gibi, sosyal çözülmeye neden olan gayr-i ahlâkî yollara, alışkanlıklara yönelmeleri söz konusu olabilir. İlim ve değerler, kültür ve hayat tarzı haline gelirse; gelişme ve davranışlarda olgunlaşma mümkün olabilir.
Toplumumuzda, fert ve cemiyet arasındaki ideal denge, dini kimliği oluşturan İslam sayesinde gerçekleşebilir. Aile, iş ve arkadaş çevresi arasında, değer farklılaşması yoksa; verimli ve dengeli bir kişilik ve davranış çizgisi ortaya çıkabilir. Eğer, bunlar birbirini desteklemiyor, aksine çelişen bir değer ve sistem taşıyorsa; fertte bunalım göstergeleri belirebilir.
Sosyal hayatın temelini, insanın kurum ve kişilerle münasebetleri oluşturmaktadır. Bu münasebetlerdeki ölçülerin bir kısmını ifade eden sosyal norm kavramı, belli bir durumda nasıl davranılacağı hakkında toplumun koymuş olduğu kaideleri ifade etmektedir. Ancak bu yapı ve kurallar hiç değişmez değildir. Sosyal yapı da canlı bir uzviyet gibi devamlı değişim gösterir. Ancak, bu kanun ve geleneklerin davranışlar üzerinde önemli etkisi vardır. Belli kültür çevrelerinde, genellikle insanlar aynı temel dinamiklere göre hareket ederler. Eğer insan davranışları, bu dinamikler tarafından kontrol edilmeseydi; toplumda çok daha ciddi sıkıntılar yaşanırdı. Toplumlardaki çalkantı ve problemlerin sebeplerinin bir kısmı, sosyal kontrolün etkisini gittikçe kaybetmesindendir. Bu noktada Kur’ân’ın “hakkı tavsiye prensibi” devamlı canlı tutulmalıdır. Aksi halde fert ve toplumların bunalımlardan kurtulmaları çok güçleşir, hatta mümkün olmayabilir.
Sosyal çevre ve davranış konusuna da yer veren sosyal psikoloji, kollektif davranış bilimi olarak da isimlendirilir. Ferdin, tek başına olduğu zamanlarla, toplum içinde olduğu anlardaki tutum ve davranışı farklılık arz edebilir. Bilhassa toplumsal patlama, panik, ayaklanma gibi paylaşılan atmosferin toplum davranışındaki etkilerini daha net bir şekilde görmek mümkündür. Sosyal çevre davranışları, olumlu veya olumsuz yönde etkileyebilir. Eğer sosyal müeyyide kurumları çalışıyor, toplum denetim görevini yürütüyor ve olumluya yönlendiriyorsa, kişi davranışları olumlu yönde gelişim ve denetim mekanizması bulmuş demektir. Bunun aksine toplum kötülüklere karşı duyarsız hale gelmiş, nemelazım anlayışı hüküm sürmeye başlamışsa toplum görevini yapmıyor demektir. Bu gibi toplumlarda kötülükler hızla yayılır. Çünkü zaten insanın tabiatında var olan kötüye meyil yeşerecek zemini bulmuş demektir.
Sosyal grupların önemli bir özelliği, kendilerini teşkil eden fertlere bağlı olmaksızın devam edebilmesidir. Fert, tecrübeleri arttıkça; zümre tavırlarına uymaya çalışır ve toplumun kendisine verdiği rolü başarır. Çözülme halindeki toplumlarda toplum tavırları da çözülme sürecinde olduğundan ayrı cinsten ve kararsız olmasına rağmen yinede belli bir sürekliliğe sahiptir yani büsbütün kaybolmuş değildir. Ancak böyle toplumlardaki çatışkan tavırlar fertlerin görüş ve davranışlarında tutarsızlıklar meydana getirirler. Bu türlü toplumlarda dahi hiçbir insan, sosyal duygusunu büsbütün kaybetmiş değildir.
Toplumlarda din, birleştirici ve toplayıcı bir faktör olarak önemli bir vazife görür. Kur’ân, “Bütün müminler kardeştir” ilâhî düsturuyla müminleri manevi bir bütün, bir topluluk olarak değerlendirmektedir. Dinimiz, tanınsın tanınmasın bütün mü’minlerin karşılaştıklarında birbirleriyle selamlaşarak; iyi dilek ve selamet temennisinde bulunmalarını tavsiye eder. Ayrıca Kur’ân, “Hep birlikte Allah’ın ipine (kitabına, dinine) sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın” emr-i celiliyle birleşmeyi ve Allah’ın gösterdiği yoldan ayrılmamayı tavsiye etmektedir. Kur’ân’ın bu düsturu, toplumun da bir insan bünyesi gibi birlik ve beraberliğe ihtiyacının olduğunu vurgulamaktadır. Ayrılığa düşmenin, toplumsal gücü yok edeceğine işaret eden ayet-i kerime de bunu veciz bir şekilde beyan etmektedir. Bu düsturlar, toplum fertleri arasındaki yaklaşmayı ve dayanışmayı artırmalıdır. Yakınlığı ve sevgiyi kuvvetlendirmelidir. Fertleri arasında manevî bütünlük ve hissî bağlar bulunmayan toplumlar ise anarşi ve kargaşalık içinde yaşar ve çabuk dağılırlar. Güzel hasletler, toplumlarda yaşayacak olursa; huzur ve mutluluk da devamlı olacak demektir. “Bu böyledir, çünkü bir millet kendilerinde bulunan (güzel meziyet)i değiştirmedikçe Allah onlara verdiği nimeti değiştirmez.” İyilikler, iyiliklerin artmasına vesile olurken, yapılan her kötülük de toplumdaki kötülüklerin artmasına sebep olmaktadır. Verilen iyi nimetlerin devam edebilmesi için, değerinin bilinmesi gerekmektedir.
Toplumların, varolabilmesi için düzen; düzenin olabilmesi için de kurallar gereklidir. Töreler ve kurallar, ferdin davranışının her boyutunu denetler ve onun ikinci kişiliği durumuna gelir. Birey, onları bozarsa; tedirgin olur ve suçlanır. Bu duygu, insanı hayvandan ayıran en önemli özelliktir. Dolayısıyla, töre ve kurallar olmadan medeniyet de söz konusu olamaz. Toplum normları, yeni yetişenlerin davranışlarını yönlendirdiği gibi, büyüklerin davranışlarını da kontrol eder.
Sosyal değişme, toplum yapısını oluşturan sosyal ilişkiler ağının, bu ilişkileri belirleyen kurumların ve sosyal rol kalıplarının değişmesi şeklinde tarif edilmektedir. Sağlıklı toplum, temel umdelerden taviz vermeyerek; ihtiyaca göre, istikrar içinde değişme gösteren toplumdur. Gerçek değişim, içeriden dışarıya doğru bir yol takip eder. Toplumsal gelişme ve bozulma fertten başlar. Çünkü toplumların yapı taşları fertlerdir. Tarih dikkatle incelenecek olursa, bütün sosyal değişmelerin başlangıcında, davasına inanmış ve onu hayat prensibi haline getirmiş fertler olduğu görülür. Hz. Muhammed (s.a.v.) başlangıçta tek kişidir. Ama mükemmel bir kişilik ve inanmışlık seviyesine sahiptir. Başlangıçta yavaş gibi görünen sirayet ve mükemmelleşme, zamanla çok hızlı seviyelere erişmiş, toplu ihtidalar gerçekleşmiştir.
Toplumun gelişme yönündeki değişimi konusunda fert, bütün toplumu değiştirmek gibi bir yükümlülükle karşı karşıya değildir. Zaten, büyük ve kalıcı değişimler, bizzat fertlerin kendilerinden başlamaktadır ve kişi birinci derecede kendi davranışlarından sorumludur. Ancak, fertlerin olumlu veya olumsuz davranışlarından tüm toplumun etkilendiği de bir gerçektir. Farklı olmaya çalışana karşı, toplumun tavır alması tabiîdir. Değişimin olduğu her yerde, direnç oluşacaktır. Çilesiz gelişme ve iyiden yana değişme olmaz. Gelişimin ızdırapları, sancıları ve zorlukları olacaktır.
Toplumsal hayat, çok boyutludur. Her bir insan, hayatta birçok farklı rol, statü ve duruma sahiptir. Kişi, farklı yer ve durumlarda birçok rolleri üstlenebilir. Bu farklı yer ve durumlarda kişinin ortaya koyduğu tutum ve davranışlar, farklı değerlerin ortaya konmasına sebep olabilir. Sosyal roller ve değerlerin dışında da, kişinin kendine özgü geçmiş yaşantıları, kişisel beklentileri de vardır. Bu beklentiler, algılama çerçevesini oluşturur. Sosyal kontrolün etkisindeki insan, başkalarıyla birlikteyken birçok şeyi daha iyi yapabilir. Bu, onun kendi içindeki yalnızlığını sona erdirmeyebilir; buna rağmen o, içinde yaşadığı sıkıntılara karşı yürekli bir savaş vermek zorundadır.
Belirli bir yapı içerisinde ortaya çıkan, sosyal anlaşmanın sonucu, sınırları belirlenen davranışlar topluluğuna veya bir sosyal grup içerisinde istenen davranışlar örgüsünden oluşan sosyal etkileşim alanına, davranış düzlemi denmektedir. Bireysel davranışlar, bu davranış düzlemleri içerisinde anlam kazanır ve sosyal davranışlar haline döner. Bu noktada, kişinin davranış düzlemi içerisinde bulunacağı yeri gösteren ‘pozisyon’ veya ‘sosyal durum’u ifade eden sosyal statü kavramı da önem arz etmektedir. Sosyal statü, davranış düzlemi içerisinde belirli veya üstü kapalı olarak tanımlanmış bir alandır. Toplumsal huzur ve sükunun yaşanabilmesi için, bunlara dikkat edilmesi ve eğer müslüman bir toplum ise, ayrıca şu ayetin gereklerinin de yerine getirilmesi icap eder. “Ayrıca Allah’a ve Resulü’ne itaat edin. Ve birbirinizle didişmeyin. Sonra içinize korku düşer ve kuvvetiniz elden gider. Sabırlı olun, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” Toplumsal huzur ve sükunun sağlanabilmesi için, toplumu oluşturan fertlerin birbirlerine karşı sevgi ve saygı beslemesi gerekir.
Bir insanın değeri, onun kişiliğine göre ortaya çıkar. Kişiliğin dışa yansıyan şekillerine, genel olarak davranış denilebilir. Bir toplumdaki fertlerin davranışlarının yoğunlaştığı tarz, o toplumun genel karakterini belirler. Toplumdaki kişiler belli bir davranış değişikliği sergilediklerinde, bunun yaygınlaşmasıyla orantılı olarak sosyal değişme meydana gelmektedir. Bu değişme, içinde bulunduğumuz yüzyılda medyanın da etkisiyle her zamankinden daha hızlı bir şekilde vuku bulmaktadır. Çünkü modern insan, köksüzdür ve bütünlüğü yitirmiştir. Bu bütünlüğü yitirme onu, iç huzuruna eremediği için; dengesizleştirmekte, bu hızlı değişimin içinde neye uğradığını fark edemeden daha başka değişimlerin tesirine maruz kalabilmektedir. Ancak, bu durumdaki insanın davranışlarının belirleyicisi dahi, her şeye rağmen yine de kendisidir. Çünkü insan, iradeli bir yaratıktır ve davranışlarını belirlemekte bazı tesirlere maruz kalmakla beraber muhayyerdir. Herkes kendi kişiliğine uygun şekilde davranışlar sergiler. “De ki: Her insan kendi seciye ve karakterine göre davranır. Kimin daha isabetli olduğunu ise Rabb’iniz bilir.” Bu ayet insanın ferdi ve toplumsal davranışı açısından çok dikkate değerdir. Her insan kendi hal ve davranışını hoş görür. Ancak davranışların değerini ve güzelliğini belirleyici olan bizzat Allah’ın kendisidir. Buna göre kişiler, davranışlarını Allah ve Rasülü’nün ölçülerine göre değerlendirmek durumundadırlar.
İnsan üzerinde en etkili olan davranış kalıpları, âile içinde kazandıklarıdır. Birtakım normlara uymamanın toplumsal cezalarla karşılandığını gören birey, bundan böyle ceza etkenini göz önünde bulundurarak tutum ve davranışlarını düzenleyecektir. İnsan hayatını ilgilendiren her davranış ve faaliyette, kalite aranmalıdır. Değerlerden kaynaklanan güç, insanı ezmeyen, insan onurunu küçültmeyen, aksine insan onurunu yücelten bir güçtür. Muhatap olduğumuz kişiye doğru bilgiyi vermek, onların davranışlarını iyi yönde değiştirecektir. Korkudan kaynaklanan disiplin, korku kaynağı yok olduğu zaman kaybolur. Ama, kişinin kendi içinden gelen disiplin, hiç kaybolmaz; kişi onu özümsediği ve benimsediği sürece devam eder.
Kabul ve rızaya uygun davranış, grup içinde kalmayı sağlar. Aykırı davranışlar ise, grup içinde kalmayı zorlaştırır. Kişinin toplumla, sosyal hayatla, kültürle ilgili yönleri, ait olmayı ifade eden yönleridir. Sosyal çevre, kişiliğin oluşumunda; kişilik de davranışların şekillenmesinde önem arz eder. Kişiliğin oluşmasında, insanın içinde doğup büyüdüğü aile ve ev ortamının etkileri çok yönlüdür. Ana-baba tutumunun, çocukların çeşitli kişilik özelliklerinin oluşumunda etkili olduğu görülmektedir. Kişilik oluşmasında, aile faktörü içinde kardeşlik ilişkileri de önemli bir yer tutmaktadır. “Kız anadan, oğlan babadan görmeyince öğüt almaz” sözü ailenin çocuk üzerindeki etkisini gayet güzel açıklamaktadır.
İnsan davranışlarının ve psikolojisinin ortak kanun ve ilkeleri yanında, kültürlere göre farklılaşan özel çizgileri de vardır. Modern medeniyet, sosyal tabakaları birbirine gittikçe yabancı kılmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, ‘milli eğitim’in ifade ettiği anlam daha da netleşmektedir. Çünkü eğitim, insan davranışlarını düzenlemek, fertleri topluma hazırlamak ve nesiller arası kültür naklini gerçekleştirmek gibi fonksiyonlara sahiptir. Bu fonksiyonları yerine getiremeyen eğitimin milliliği, kendiliğinden tartışma konusu haline gelmiş demektir.