Sosyal Sermaye

Eskiden sermaye denince, maddî sermaye anlaşılırdı. Maddî sermaye önemini sürdürmekle beraber, bugün sermaye çeşitleri çoğalmıştır. Şu şekilde sıralayabiliriz:

1- Maddî Sermaye,
2- Gönül Sermayesi,
3- Ahlak ve Fazilet Sermayesi,
4- Bilgi Sermayesi,
5- Sosyal Sermaye.

Sosyal sermaye, “Bir grubun, bir toplumun üyeleri arasında paylaşılan ve onların birbirleriyle işbirliği yapmasını sağlayan, ortak, gayr-i resmî değerler ve normlar bütünüdür.”
Sosyal bilinç oluşturan değerler bütünü olarak da ifade edilebilir.
Sosyal dokusu güçlü sivil toplum, sosyal sermayesi bol ve sağlam olan toplumdur.

Müslümanlar olarak bizi birbirimize kenetleyen o kadar çok sosyal sermayemiz var ki, “Dünyada en zengin sosyal sermayesi olan toplum Müslümanlardır.” dense, mübalağa edilmiş olmaz.
Biz Müslümanlar, “İnanmayanlara insanlıkta eş, bizim gibi inananlara da dinde kardeş” gözüyle bakarız. Bize karşı düşmanca tavırlar ortaya koymayan bütün fert ve gruplarla “insânî değerler” oluşturmak, adalet ve hakkaniyet ölçüleri içerisinde sosyal ilişkilerde bulunmak, Kulluk Kitabımızın bir emridir:

“Allah, din hususunda sizinle savaşmayan ve sizi yurdunuzdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten ve onlara karşı adaletli davranmaktan sizi menetmiyor. Şüphesiz Allah, âdil davrananları sever.”(1)

“Allah, sizi ancak din hu-susunda sizinle savaşan, yurdu-nuzdan çıkaran ve çıkarılmanı-za yardım eden kimselerle dost olmaktan menediyor. Kim on-larla dost olursa, işte asıl zalim olanlar onlardır.”(2)

Bu İlâhî mesajı sosyal serma-yelerine katan Müslümanlar, tarih-te kendilerinin dışında kalan bütün inanç gruplarına saygı göstermiş, onların dinlerine müdahil olmamış-tır. Bunun ilk uygulamasını “Medine Sözleşmesi” ile Peygamber Efendi-miz yapmıştır. Bu sözleşmeye bağlı kaldıkları sürece Yahudiler, İslam toplumu içerisinde dinlerinin gere-ğini özgürce yaşamışlardır. Ne za-man ki, ihanet ederek Müslüman-ları arkalarından vurmaya yeltenip sözleşmeye bağlı kalmamışlar, o za-man cezalandırılmışlardır. “Fitne katilden beterdir.”(3) ayetindeki fitne, inançlara karşı yapılan zulüm-dür. Din ve vicdan hürriyetine yapı-lan tasalluttur, yaşadığınız coğrafya-da onurlu bir şekilde inancınızı ya-şamaya izin verilmeyişi ve siz “Ben, inancımın gereği olarak giyim kuşa-mımla ve ibadetimle bu coğrafyada her türlü eğitim imkanından yarar-lanacağım.” dediğinizde “O zaman Suudi Arabistan’a git, İran’a git!” di-ye aşağılanarak sınır ötesini göster-mektir. Bu tavır, “İnançlara karşı saygı” sosyal sermayemizi kaybet-tiğimiz zaman nükseden bir hastalı-ğımızdır.

Avrupa İnsan Hakları Beyan-namesini yazanlar, bu saygıyı İslam’ dan on dört asır sonra ancak keş-fedebilmişler. İnsanlığı ele geçir-mek değil, derdi insan olan bir me-deniyetin mensubu bulunan Müslü-manlar, tarihte bunu hayat haline getirmişken, Avrupa’da engizisyon-lar kuruluyor, aynı dinin farklı mez-hepleri arasında kanlı savaşlar olu-yordu. Katolikler, Protestanlar ve Ortodokslar birbirleri ile savaş ha-linde idiler. Yahudilerle Hrıstiyan-lar da kıyasıya savaşıyorlardı. Aynı coğrafyada birbirlerine tahammül edemiyorlardı. İslam’ın egemen ol-duğu dönemlerde -meşru devlete başkaldırı yapan siyasî mezhepler hariç- her farklı mezhep ve inanış, hayat hakkı bulmuştur. İşte bu, Kur’ an ve Peygamberimizin bize bah-şettiği; insanı imha değil, ihya ve in-şa eden sosyal sermayemizden kay-naklanmaktadır.

Biz Müslümanların, elbette de-ğişmeyen sabitleri vardır. Hz. Mev-lânâ gibi pergelimizin sivri ucunu bu değişmezlerimize koyarak, öbür ucuyla yetmiş iki milleti dolaşırız. Onlarla beşerî ölçüler dahilinde iliş-ki içerisinde oluruz. “Hikmet, mü’ minin yitik malıdır, nerde bulursa alır.” (Tirmizi, İlim 19) düsturunca, insanlığın faydasına olan değer ve araçları din ayrımı yapmaksızın alır kullanırız. Biz dünyanın dikkatini sosyal sermayemizle çekeriz. Rasû-lullah’tan tevarüs ettikleri bu sosyal sermayeleri içselleştirip hayat hali-ne getiren gönül elçilerimiz, bugün dünyanın takdirini toplamaktadır. Hz. Mevlânâ’nın doğumunun 800. sene-i devriyesi olması dolayısıyla bu yıl, Mevlânâ yılı olarak kutlan-maktadır. Bu vesile ile bütün dün-yadan sayısız insan Konya’ya akın etmektedir.

Sosyal sermaye; komşular, aile ve bireyler arasında olduğu gibi, toplumdaki cemaatler arasında da bağlar oluşturur. Bu bağlamda, sivil yapılanmalara üye olma kapasitesi gelişir.
Sivil toplum ve cemaatler mo-tor, onların yağı da sosyal serma-yedir. Bugün Amerika’da kişiler haf-tada iki saatini gönüllü işlere ayır-maktadır. Bu uygulama, Amerikan toplumunda yılda 15 milyar saat ediyor.

Her toplumun kendine özgü sosyal sermayesi vardır. Bu, bera-berinde birlikte iş yapabilme kapa-sitesini getirir. Bu da, birlikte ha-reket etme iletişimidir. Yani sosyal sermaye, insanların birlikte iş yapa-bilmesine imkan veren ilişki kültü-rüdür. “Anlam” ortaklığı oluşturan bir şuurdur.

Sosyal sermaye; eğitimli, dünya-dan kopmamış, toplumsal konulara duyarlı; yani “Ben tok olduktan sonra, başkası aç kalmış bana ne” demeyen, katılımcı, haklarını bilen ve inisiyatif sahibi fertler vücuda ge-tirir. Kişileri “BEN” bilincinden “BİZ” bilincine ulaştırır.
Bu genel değerlendirmeden sonra bizi birbirimize bağlayacak ve beraber iş yapabilme şuurumuzu geliştirecek olan sosyal sermaye-miz nasıl olmalıdır? sorusunun ce-vabını arayalım.
NASIL BİR SOSYAL SER-MAYE OLMALIDIR?

1- İnsanları ve sosyal grupları değerlendirirken, iyi veya kötü di-yen toptancı zihniyet yerine, onları, sahip oldukları erdem ve sıfatlarıyla değerlendirmeyi insanımıza kazan-dıran bir sosyal sermaye olmalıdır.

“A şahsı şu yönleriyle çok kötü bir insan” demek yerine “Şu yön-leriyle çok iyi” diyerek bardağın dolu tarafına dikkat çekmeli. Bizim sosyal değerlerimize göre bir insa-na, büsbütün iyi denmediği gibi büsbütün kötü de denmez. Bir in-sanın iyi ya da kötü olarak tespit ve ilanı Allah’ın işidir. Biz ancak “O in-sanın şu vasıfları iyi, şu vasıfları kö-tü” diyebiliriz. Bu sosyal sermaye-mizi, gelin-kaynana ilişkisine indir-gediğimizde de aynı şey söz konusu olmalıdır. Yani kayınvalide gelinine, gelin de kayınvalidesine kötü de-memeli; iyi hasletlerini öne çıkara-rak ana-kız gibi yaşamalıdır. Çünkü aile iletişim kurduğumuz ilk küçük toplumdur. Kocalar da eşlerinin iyi hasletlerini öne çıkarmalıdır. Bu ko-nuda Yüce Allah “…O kadınlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoş-lanmazsanız bilin ki, Allah’ın, hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış ola-bilirsiniz.”(4) ayetinde, Rasülullah da “Eşinizin bir huyunu beğenmiyor-sanız, beğendiğiniz huylarına bakın” (Müslim, Rada 61) buyruğunda, bu inceliği görüyoruz.

Aleyhindeki iftira kampanyasın-da önemli bir rol oynamış olması-na rağmen Hz. Aişe validemiz, Has-san b. Sabit’le ilgili, kendisine “iftira-da bulunan kişi” olduğu hatırlatıl-dığında “Hayır, Hassan, Hz. Pey-gamber ve İslam adına, İslam düş-manı şairlere cevap veren kişiydi.” karşılığını vermiştir.(5)

İşte insanları negatif yönleriyle değil de pozitif yönleriyle değerlen-diren bir sosyal sermayemiz olma-lıdır.

2- Takas kültürü yerine “hem… hem” kültürü kazandıran bir sosyal sermaye oluşturmalıyız. “Ekmek mi istersin hürriyet mi?”, “Cum-huriyet mi istersin demokrasi mi?” , “Akıl mı istersin gönül mü?” şek-linde takas kültürü yerine “hem ek-mek isterim hem hürriyet, hem akıl isterim hem gönül, hem aş isterim hem iş…” olmalıdır. Buna “hem… hem” kültürü denmektedir.
Bir kısım Batılı filozof “Bilginin kaynağı duygularımızdır.” derken, bir kısmı da “Akıldır” demekte. Bi-ze düşense “Bilginin kaynağı hem akıldır hem de duygulardır. Akıl er-diremeyip hislerimizle algılanama-yanların kaynağı da vahiydir.” de-mektir.

3- Şefkat duygusu, diğergamlık ve îsar(6) hasleti. Yani “külfette öne çıkmak, nimette geri kalmak” deni-len yeni kavramlarla sivil toplumun anahtarı olan “Gönüllülük” kriterini daha da ileri taşıyan, zenginleştiren bir sosyal sermayemiz olmalıdır.

4- Öyle bir sosyal sermaye oluş-turalım ki, doğrularımızı sivilleştir-sin. Yani “Tek doğru benimkidir.” gibi totaliter yaklaşım yerine, İmam Şâfî’nin dediği gibi “Bu benim ulaş-tığım doğrularımdır, hata ihtimali olabilir. Başkalarınınki de bana göre yanlıştır fakat doğru ihtimali ola-bilir.” yaklaşımında bulunmalıyız. Mutlak doğru Allah’ın doğrusudur. Allah, izafi doğrulara da tolerans göstermiştir. Rasülünün diliyle “Doğ-ruya isabet eden müctehide iki, isa-bet etmeyene de bir sevap vereceği” (Buhari, İtisam 21) ifade edilmiştir.

Kaynak: http://maviekspres.com/index.php?topic=3504.0
Abdullah Büyük

—–

SOSYAL SERMAYENİN KIYMETİNİ BİLMEK
Mehmet Caferoğlu
Hızlı değişim ve dönü-şümlerin yoğun ola-rak yaşandığı bir çağdayız. Deği-şim ve dönüşümler hayatın her safhasında, dünyanın tüm bölge-lerinde yaşanıyor. Siyasi, ekono-mik, teknolojik hangi türden olursa olsun değişimlerin oda-ğında toplumlar var tabi ki. Top-lumu ve toplumları açıklamaya çalışan sosyal bilimler ve bu bi-limlerin kavramları da değişim-den nasibini almakta. Bu değişi-mi açıklama çabalarında son dönemlerde sıkça kullanılan bir kavram da sosyal sermayedir.
Sosyal sermaye kavramı 70′ li yıllarda bilgi toplumu kavramının ortaya çıkışıyla sosyal bilimler sahnesine giriyor.’Sanayi top-lumunu kuran yapılar ekonomik sermayenin ellerinde toplandığı gruplardı. Bilgi toplumunu kuracak ve etkileyecek yapılar ise bil-gi sermayesini elinde tutanlar olacaktır.’ şeklindeki formülün daha gelişmiş bir hali bilgi top-lumlarının yön vereceği geleceğin dünyasında sosyal sermayesi kuvvetli olan toplumların daha etkili olacağı düşüncesidir. Sana-yi toplumu, bilgi toplumu, sosyal sermaye gibi kavramlar esas iti-bariyle dünya sistemini kontrol etmede ağırlığı olan bizim coğ-rafyamızın batısında kalan ülke-leri açıklamakta kullanışlı olan kavramlardır. Sosyal sermaye kavramı bu ülkelerin toplumsal yapılarında sanayi örgütlenmesi-nin meydana getirdiği açmazların ve sıkıntıların çözümüne yö-nelik olarak üretilmiş bir kav-ramdır çıkış gerekçesi olarak. Gelişmiş ülkeler olarak nitelen-dirilen bu ülkelerde aşırı bireyci ve rekabetçi hayat anlayışlarının zamanla tüm ekonomik, siyasi ve sosyal yapılarda işbirliği ve or-tak üretimi zaafa uğratır olması-na yönelik bir tamir çabası, bu ilişkilerin nasıl dayanışmacı bir kültüre dönüştürüleceği üzerine kafa yormaların neticesidir. Re-kabetin bencilliğin oluşturduğu, sürdürdüğü, bir kültürün zaaf-larına işaret eden onun açıklarını hastalıklarını tedavi etmek için keşfedilen ve de üretilen bir kav-ram olarak da anlaşılabilir sosyal sermaye
Bu çerçeve içerisinde sosyal sermayenin çeşitli tanımları ya-pılmıştır. Bu tanımların kesişim noktasında bir tanım yapacak olursak; fertlerden başlayarak aileler, sosyal gruplar ve toplu-luklar sivil toplum örgütleri ve kamu kurumları arasındaki iliş-kiler ağını oluşturan tüm değer-ler bu ilişkiler içerisinde zamanla kendiliğinden oluşmuş kurallar, teamüller, gelenekler ve iletişim biçimlerinin tamamı sosyal ser-mayeyi oluşturur. Toplumu bir arada tutan ve beraberliği sağla-yan değerlerin toplamı olarak da ifade edilebilecek olan sosyal sermaye; kişiler, gruplar ve ku-rumlar arasındaki ilişkilerde açı-ğa çıkan ilişkiler devam ettikçe artan ve ancak bu ilişki ağlarının yok olmasıyla ortadan kalkan el-le tutulamayan bir zenginliktir.
Sosyal sermaye bir kişi veya kuruma ait değildir, ilişki içindeki tüm fertlerin ve grupların ortak malıdır, kullanıldıkça azalan değil artan bir niteliğe sahiptir. Sosyal sermayenin temelinde bütün in-sani ilişkilerde olduğu gibi güven duygusu ve ortamı esastır. Kar-şılıklı anlayışın ortak değer ve davranışların yansıması olarak sosyal sermaye insanlar arası iş-birliğini mümkün kılar. Ayrıca birlik ve beraberlik duygusunu oluşturur ve bu duygunun deva-mını sağlar. Sosyal sermayenin bir faydası, beraber öğrenmeyi ve iş yapabilmeyi sağlaması dola-yısıyla yüksek bir üretim ve kal-kınma gücünü ortaya çıkarma-sıdır. Sosyal sermaye toplumu oluşturan fertler, gruplar, sosyal kuruluşlar, sivil toplum örgütleri ve kamu kurumları arasındaki faaliyetleri birbirine bağlayıp ko-laylaştırarak daha güçlü bir top-lum yapısının oluşmasını sağlar. Sosyal sermaye topluma yön ve-ren ahlaki değerler, kültürel si-yasi yapı ve eğitime göre şekil-lenmektedir, dolayısıyla doğru sosyal politikalar ancak sosyal sermaye dikkate alınarak üreti-lebilir. Bu da ancak sosyal ser-mayenin esas unsurlarını bilmek onları geliştirmek ve korumakla mümkündür
Türkiye’de sosyal sermaye-nin değerler temelinde kültürü-müzün en belirleyici öğesi, asli unsuru olan İslam yer alır. Mer-kezinde rekabetin ve bencilliğin değil fedakârlığın, diğerkâmlığın, kadirşinaslığın, hemderd olma-nın bulunduğu kültürümüz ne-bevi terbiyenin insanları olan as-hab-ı kiramdan bugüne kadar bi-ze gelen değerlerle toplum ola-rak ayakta kalmamızı sağlayan unsurdur. Sosyal sermayemizin ruhu ensar ve muhacir kardeşli-ğine dayanır. Bizim medeniyeti-mizde güveni oluşturan, güvenin kaynağı olan düstur ” Bütün mü’ minler kardeştir ” ilahi beyanıdır.
Günümüzde sosyal serma-ye sivil toplum örgütleri denilen yapılarla sosyal hayatta tezahür etmektedir. Özellikle Allah rıza-sı kaygısıyla çeşitli dernekler, va-kıflar, cemiyetler, birliklerle bu toplumu ayakta tutan ve gelişti-ren tüm insanların oluşturduğu sivil toplum kuruluşlarının faa-liyetleriyle sosyal sermayemizin gücünü fark etmekteyiz. Bizim için sosyal sermaye paranın geç-mediği yerde duanın geçtiği, sı-la-i rahimle kardeşliğin en güzel ifadesini bulduğu, bayramlarla yardımlaşmanın ve dayanışma-nın tekrar tekrar kendini yenile-diği bir toplumsal bünyenin kuv-vetlerinden biri olarak hep kul-lanılan farkında bile olmadan ço-ğalttığımız bir hazinedir. Biz za-ten değerlerimizi esas alan bir hayat yaşadığımızda sosyal ser-mayemizi kendiliğinden canlı tutmuş oluruz. Bu minvalde far-kında olmamız gereken değer-lerimizi yaşatacak olan hal ve davranışların içinde olmak, bu değerlerle donanmış insanlardan olmak, bu değerleri yaşatan ve yaşayan insanlara ve hizmetlere destek olmaktan, bu hizmetle-rin bir tarafında az çok deme-den bulunmaktan geçmektedir. Bu faaliyetleri, hizmetleri yap-mak için oluşturulmuş yapılar top-lumumuzda ziyadesiyle mevcut-tur. Fert olarak her birimiz meş-rebimize, şahsi vasıflarımıza mü-nasip bir hizmet kervanına katı-larak üzerimize düşeni yapmış oluruz. Bunun için gerekli olan halis niyet ve gayret olacaktır.

Kaynak: http://www.ribatdergisi.org/metinler.php?Kat_id=1069

Bir yanıt yazın