Günah kalbe keder doldurur. Tövbe hidayet ve huzura götürür.
Madde ve çıkarların ön plana geçip manevi değerlerin ikinci plana itildiği günümüzde, insanca yaşayabilme zemini hızla tükenişe doğru gitmektedir. Bu durumu tersine veya normale çevirebilmek için, insanlığa tarih boyunca peygamberler, kitaplar, peygamber varisi mücedditler, âlimler, mübarek ay, gün ve geceler ihsan edilmiştir. En önemlisi de her insana ilahi imza fıtrat bahşedilmiştir. Büyük günah ve küfürle mühürlenmeyen fıtrat ve vicdan, kişiye hakikati bulma yönünde kılavuzluk yapar. Bu iç enerji, yukarıda sayılan hidayet rehberleriyle buluşup ego aşılarak, iman çizgisinde gelişim yoluna girildiğinde mükemmellikler ve hidayet ortaya çıkar.
Müslüman olarak üzerimizdeki en büyük nimetlerden biri, iman ve hidayet üzere olmaktır. Bu nimete karşı nankörlükten daha büyük bir felaket yoktur. Belki de İslam ülkelerindeki türlü bela ve musibetlerin arka planında bu durum vardır. İnsanlar ve toplumlar kendilerine verilen nimetlere şükrederse, Hz. Allah’ın rızasını kazanmış ve ellerindeki nimetin zevalini önlemiş olurlar.
Bunca nimete rağmen, insan şaşar ve günaha girebilir. Şuurlu müslüman günah işlemek istemez. Ama elde olmadan nefsin tuzağına düşer de, Hakk’ın arzu etmediği bir günahı, bir suçu işlerse, hemen tövbe ve istiğfar etmelidir.
Tövbe; haramı veya bir günahı işledikten sonra, pişman olup, Allahü teâlâdan korkmak, bir daha yapmamaya karar vermek olarak tarif edilebilir. Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen buyruldu ki: “Ey mü’minler! Hepiniz Allah’a tövbe ediniz ki felâh (kurtuluş) bulasınız” (Nûr, 24/31). “Allahü teâlâ tövbe edenleri sever” (Bakara, 2/222). En iyi kul, günahtan sonra hemen tövbe edendir.
Bunun yanında toplumsal bir sorumluluk olarak Müslümanın bazı memuriyetleri vardır. Bunlar Allah’ın memurluğu, Rasülullah’ın memurluğu ve Kitâbullah’ın memurluğu şeklinde özetlenebilir. İslami hassasiyeti olanların, batağa düşmüş olan ümmet-i Muhammed’in evladını bataklıktan kurtarmak gibi bir vazîfesi ve Rızâ-i İlâhî gibi bir gayesi vardır.
Allah’ın yaratması bazı konularda kulun iradesini takip eder. Bu açıdan tövbe çok önemlidir. Eğer kusur ve günahta ısrar edilecek olursa bu gayretullaha dokunarak bela ve musibet olarak fert veya topluma geri dönebilir. Bu durum, günümüz Müslümanlarının unuttuğu ve gözden kaçırdığı bir durumdur.
Ameller niyetlere göre değerlendirilir. İnananlar her türlü ibadeti; riya, kibir ve ucubdan uzak bir şekilde gerçekleştirmelidir. Bireyin içsel dönüşümü ve manevi terakkisi sahih itikat ve salih amel sonrasında tecelli eder. Toplumların huzur ve mutluluğu da fertlerin durumuna bağlıdır. Nimetlerin devamı için, şükür gereklidir. Çoğu defa maddi refah sonrası sefahatler, toplumların sonunu hazırlar. Sosyal hadiseler uzun solukludur. Milletlerin hayatında 100 yıllar pek uzun sayılmaz. İslam ümmeti yakın tarihteki hatasını anlayıp kendine gelmeye niyet ve gayret ederse toparlanma sürecine girebilirler. Nitekim ayette belirtildiği gibi “Bir millet kendini bozmadıkça, Allah onların durumunu değiştirmez” (Ra’d, 13/11).
Egosunu yenebilen örnek kişiler, mutluluk ve bilgelik timsali olarak etraflarına ışık ve huzur verirler. Onlar iman ve ilahi hatırlatmalardan aldıkları ilhamla enerjilerini dışa da yansıtırlar. Peygamberler ve gönül erleri bunların canlı misalleridir. Ruhlarınız kendini aşabilen gönül erlerine rastlarsa onların yanında soluk alır, dinlenir ve rahatlar. Dünyevi meşguliyet ve sıkıntılar unutulur, adeta manevi bir bayram yaşanır. Müminin ruhu, namaz, zikir ve sohbet gibi manevi atmosferlere ulaşabilmek için çırpınır. Müslüman namaz, Kur’ân ve dini sohbet meclislerinde bulunmak için can atar. Günahlardan tövbe ile uzaklaşıp, nafileler ile Rabbine yaklaşmaya çalışır. İç dünyasındaki dağınıklıkları toparlar, yakın ve uzak istikamete emin adımlar atar.
Müslüman kendini düzeltmeye çalışırken, diğer insanların ve günahkârların da iyi insan olması ve hidayete ermesi için gayret eder. Hata ve kusuru kabul edebilmek irfandandır. Kişilere karşı işlenen hataları af dileme ortadan kaldırırken Allah’a karşı işlenen günahları da tövbe ortadan kaldırır. Böylelikle kişi günahın ağırlığından kurtularak hidayete doğru kanat çırpmaya başlar. Bazı bela ve musibetler, inanana kendini yeniden sorgulama ihtiyacı hissettirir. Kusurunu anlayıp tövbe eden kişi, güzel ameller ile iç huzura kavuşur, mutlu bir hayat yaşar.
Şu vatan evlâtlarının hepsi Müslüman çocuklarıdır. Ama bunu sokaklarımızda görmek günden güne zorlaşıyor. Ekranların, gazetelerin, sokakların gayrimüslim memleketlerinden pek de farkı kalmadı gibi… Giyim-kuşam, yeme-içme, içki, kumar, eğlence vs. açılarından konu ele alındığında ne kastedildiği daha rahat anlaşılacaktır. Bütün haramlar yapılabiliyor, Allah’ın farzları ihmal edilebiliyor, kimsenin kılı kıpırdamıyor. Onun için biz bilgilendirme ve ilgilenme ile mükellefiz, ayrıca dua da ederiz. Allah şaşıranları doğru yola hidâyet eylesin…
İyiliği yaygınlaştırıp kötülükten uzaklaştırma inananların vazifesidir. Nemelazımcılık ile toplumsal yozlaşma katlanarak artar, neticede kendi öz evlatlarımızı bile içine alır. Hata ve kusurları önlemek için, ferdi ve toplumsal bir gayret gerekir. Hata ve günah işleyene usulüne uygun olarak ikazda bulunmak da bir vazifedir. O kişilere bunlar usulüne uygun olarak söylenmeyecek olursa, kendilerinin bunu anlaması zor olabilir.
Elmalılı Hamdi Yazır’ın Tefsirimden bu konu ile ilgili bir nakilde bulunalım. “Tebliğ vazifesini yerine getirme, herkese son nefesine varıncaya kadar bir nevi farzdır. Bununla beraber, dünyada hiçbir hususta ümitsizliğe düşmek caiz değildir. Her ne kadar günahkâr olurlarsa olsunlar, insanların tövbe ve takvasını arzu ve ümit etmek de bir vazifedir. İnsanlığın hali sürekli değişmededir ve kader sırrı meydana gelişinden önce bilinmez. Ne bilirsiniz, bu güne kadar hiç söz dinlemeyen bu insanlar belki yarın dinleyiverir ve sakınmaya başlar, bütün bütün sakınmazsa, belki biraz sakınır ve bu sayede azabı hafifler. Her halde tebliğde bulunup öğüt vermek, tebliği terk etmekten evlâdır. Tebliği bütünüyle terk etmekte ise, hiç bir ümit yoktur. Hiç bir mukavemete maruz kalmayan fenalık daha süratle yayılır. Herhangi bir fenalığın aslını silmek mümkün olmasa da hızını azaltmaya çalışmak da göz ardı edilmemelidir” (Hak Dini Kur’an Dili, IV, 2313). Peygamber Efendimiz (S.A.V) ise, Hz. Ebu Rafi’ (r.a.)’a şu nasihatte bulunmuşlardır: “(Ya Ebâ Rafi’!) Allah’a yemin ederim ki, senin vasıtan ile Allah’ın bir kişiye hidayet vermesi, senin için, üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır.”
Hayatımız her zaman aynı olmaz. Bazen sevindirici, bazen de üzücü olaylarla karşılaşabiliriz. Güzellikler karşısında şükretmesini, sıkıntılar karşısında da sabredip Allah Teâlâ’ya sığınmasını bilmeliyiz. Unutarak veya farkına varmadan bazı yanlışlıklar yapabiliriz. Bu durumda hemen pişman olmalı, tövbe etmeli ve Allah Teâlâ’ya sığınıp ondan bağışlanmamızı istemeliyiz. Allah Teâlâ bütün yarattıklarını sever. Onların kötülüklerini istemez. Tövbe ettikleri zaman, günahlarını bağışlar. Onun her şeye gücü yeter. O, her kötülüğü önleyebilir.
Günlük hayatımıza da yansıdığı gibi, günahlar kişiye dert ve sıkıntı olarak geriye döner. Bunun çaresi, tövbe, istiğfar ve gözyaşıdır. Gözyaşı ve tövbe, insanî bir kusur olan kibir, benlik şişmesi ve gurura da engel olur. Yaratıcısı karşısında acziyetini hisseden kişi kibirlenebilecek bir şeyinin olmadığını anlayacaktır. Hidayet üzere devam edebilmek için nefis muhasebesi, yaparak günahlardan tövbe etmelidir. Namazda günde 40 defa okuduğumuz Fatiha Suresi’nde “bizi hidayete erdir”, duasının arkasındaki sır perdesi de belki burada aralanmaktadır.