Tanzimat edebiyatının büyük şairlerinden Ziya Paşa (1825–1880) birer özdeyiş hâline gelmiş beyitleriyle meşhurdur. Ayrıca halkımızın ortak edebî ürünü olan bazı atasözlerini kendisine has üslûbuyla şiirlerinde işlemiş ve unutulmaz beyitler oluşturmuştur. Ziya Paşanın şiirlerinde lirizm yoktur. Aşk, ölüm, ayrılık, sevgilinin güzelliği gibi temalardan uzak kalmıştır. O daha çok eskilerin “hikemî” dedikleri felsefî, dinî, metafizik meseleler üzerinde durmuştur. Ayrıca halkın bazı meselelerini ve ahlakî kusurları ele alarak okuyucuya öğütler vermeye, halkı bilgilendirip eğitmeye çalışmıştır.
Ziya Paşa amacına ulaşmıştır. Lise mezunu herkes Ziya Paşanın bir veya birkaç beytini kısmen de olsa bilir veya birisi okuduğu zaman o beyitleri hatırlar. Baba ile oğul, ağabey ile kardeş, usta ile çırak, öğretmen ile öğrenci ilişkilerinde sıkça görülen öğüt – azarlama – dayak üçlemesini harikulâde biçimde ifade eden; öğretmenlerin çoğunun bildiği, yeri geldikçe öğrencilerine okuduğu şu beyti işitmeyen yoktur sanırım:
Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir
(Nasihat ile uslanmayanı tekdir etmeli -azarlamalı-, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir -dayaktır-)
İç bade güzel sev var ise akl u şu’ûrun
Dünya var imiş ya ki yoğ olmuş ne umûrun
(Aklın ve bilincin varsa içilecekleri iç, güzel sev; dünya varmış, yokmuş umurunda olmasın.)
Cânan gide rindân dağıla mey ola rîzan
Böyle gecenin hayr umulur mu seherinde
(Sevgili gitse, rintler -âşıklar- dağılsa, şarap dökülse… Böyle gecenin sabahından ne hayır umulur?)
Bu beyitler Ziya Paşanın 12 bentten oluşan Terkib-i Bent şiirine aittir. Bu şiirin 10. bendinde 10, diğer bentlerinde 11’er beyit vardır. Yani Terkib-i bent 131 beyitten oluşan uzun bir şiirdir. Bu uzun şiirin 4, 5, 9. ve 10. bentleri daha çok sevilmiştir. Yazımın başında söz ettiğim, özdeyiş hâline gelen beyitler bu bentlerdedir.
Ziya Paşa karamsar bir insandır. Talihten şikâyet; bahtsızların, mazlumların asla mutlu olamayacağı, dünyanın çile çekme yeri oluşu gibi fikirleri birçok beyitte işler:
Bî-baht olanın bağına bir katresi düşmez
Bârân yerine dürr ü güher yağsa semâdan
(Gökyüzünden yağmur yerine inci ve mücevher yağsa talihsiz olanın bahçesine bir damlası bile düşmez.)
Fakat Ziya Paşaya hak vermemek elde değil. Karamsar insanların dillerine pelesenk ettikleri şu beyitler de Ziya Paşaya aittir:
Bir katre içen çeşme-i pür-hûn-i fenâdan
Başın alamaz bir dahi bârân-ı belâdan
(Faniliğin kan dolu çeşmesinden bir yudum içen, bir daha başını belâ yağmurlarından kurtaramaz.)
Yani yaşadığımız şu fani dünya kötülüklerle doludur. Bu dünyaya gelip de bir yudum su içerek dünya nimetlerinden faydalanan bir insan bir daha başını sıkıntı ve dertlerden kurtaramaz.
Ziya Paşa aynı karamsarlıkla, aynı düşünceyi, farklı kelimelerle tekrar ifade ediyor:
Asude olam dersen eğer gelme bu cihâna
Meydâna düşen kurtulamaz seng-i kazâdan
(Eğer mutlu ve sakin olmak istersen bu dünyaya hiç gelme; çünkü şu hayat meydanına bir defa düşen kaza taşlarından -ızdırap verici dertlerden- kurtulamaz.)
Ziya Paşa, dünyanın fani oluşunu 5. bentte iki mükemmel beyitle ifade ediyor:
Dehrin ne safâ var acaba sîm ü zerinde
İnsan bırakır hepsini hîn-i seferinde
(Dünyanın altınında ve gümüşünde ne mutluluk olabilir ki? İnsanlar ahiret yolculuğuna çıkarken bunların hepsini geride bırakır.)
Bu beytin devamı olan beyit daha da meşhurdur ve bir atasözü gibi edebiyatseverler tarafından ezbere okunur:
Seyretti havâ üzre denir taht-ı Süleyman
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde
İslâm mitolojisine göre Hazret-i Süleyman’a peygamberlik gibi yüce bir sıfattan başka çok büyük bir servet de bahşedilmişti. Öyle ki gelmiş geçmiş insanların en zengini oydu. Bunlardan başka Allah’ın bir lûtfu olarak kurda, kuşa, ateşe ve suya hükmedecek güçleri vardı. Bu kudret ve ihtişamın timsali olarak gökyüzünde uçabilen bir tahta sahipti. Ziya Paşa bu beyitte: “Süleyman’ın tahtı hava üzerinde uçuyordu derler, dünyanın geçiciliğine bak ki o muazzam saltanatın bile yerinde şimdi yeller esiyor.” demektedir. Bu konuda halkımızın bir deyişi vardır: Dünya Sultan Süleyman’a bile kalmamış… Bu sözde ve Ziya Paşanın beytindeki Süleyman, Kanunî Sultan Süleyman değil, Peygamber Süleyman’dır.
Ziya Paşa maceralı bir hayat yaşamıştır. Sarayda görev yapmış; sadrazamlarla, padişahlarla sohbet etmiş; hükümetler değiştikçe gözden düşmüş, Yeni Osmanlılar Cemiyetine katılarak yurt dışına kaçmak zorunda kalmış, yurt dışında gazete çıkarıp hükümetin aleyhinde yazılar yazmış, hükümet değişince İstanbul’a gelip yüksek mevkilerde görevler üstlenmiştir. Sadrazam Ali Paşayı hicvettiği Zafernâme isimli mesnevisi de o dönemde meşhur bir eserdi. Terkib-i Bentte beceriksiz devlet adamlarını, âlimleri eleştiren harika beyitler vardır.
Yıldız arayıp gökte nice turfa müneccim
Gaflet ile görmez kuyuyu reh-güzerinde
(Birçok acemi müneccim gökte yıldız ararken gaflete dalarak yollarındaki kuyuyu görmezler.)
Takdir edersiniz ki Ziya Paşa bu beyitte astronomi ile uğraşan bilim adamlarını eleştirmiyor. Şairin asıl anlatmak istediği, bazı insanların kendilerinden beklenen işlerle uğraşmayıp gerçekleşmesi imkânsız ham hayallerin peşinde koşmaları ve gülünç duruma düşerek başlarına kötü işler açmalarıdır.
Şimdi sıra, dillere pelesenk olmuş sözlerden dediğim bir beyte geldi:
Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz
Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde
(Kişinin aynası işidir, lâfa bakılmaz; bir kişinin aklının seviyesi yaptığı işte görünür.)
Ne kadar doğru bir fikir değil mi? Güzel fikirler güzel biçimlerle ifade edilmelidir. İşte örneği… Ziya Paşa lâfla peynir gemisi yürütenleri, iş değil lâf üretenleri, boş teneke gibi çok ötenleri eleştirmeye devam ediyor:
Onlar ki verir lâf ile dünyaya nizâmât
Bin türlü teseyyüp bulunur hânelerinde
(Onlar ki dünyaya lâf ile nizam verirler. Onların evlerine gidip bakın, hanelerinde bin türlü ihmal ve düzensizlik görürsünüz.)
Bu beyitte çizilen insan tiplerinin ne kadar çok olduğunu hepimiz biliyoruz. Lâfa gelince mangalda kül bırakmayan, mahalle muhtarından Cumhurbaşkanına kadar herkesi eleştiren nice insan vardır ki çoluk çocuğuna söz geçiremez, evinde bir huzur ve düzen sağlayamaz.
Ziya Paşa karamsar bir kişiliğe sahiptir, dedik fakat vatanına sadıktır ve inançlı bir insandır. Beşinci bendi yine atasözlerinden yararlanarak, özdeyiş hâline dönüştürdüğü güzel bir beyitle bitirir:
İnsana sadâkat yaraşır görse de ikrah
Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah
(İnsan hayatta tiksinti verici hilelerle, kötülüklerle karşılaşsa bile Allah’a ve vatanına sadakatten vazgeçmemelidir, Allah doğruların yardımcısıdır.
Yine aynı şiirin 8. bendinde aynı fikirleri şu beyitle dile getirir:
Allah’a tevekkül edenin yaveri Haktır
Nâşad gönül bir gün olur şâd olacaktır.
(Allah’a inanıp kaderine sabırla razı olanların yardımcısı Allah’tır, mutsuz gönüller bir gün elbet mutlu olacaktır.)
Ziya Paşanın, atasözleri gibi unutulmayan beyitlerinden biri de “Huyu yumuşak kişilerin gazabından Allah’a sığın; yumuşak huylu atın çiftesi çok serttir.” anlamına gelen aşağıdaki beytidir.
Allah’a sığın şahs-ı halîmin gazabından
Zira yumuşak huylu atın çiftesi pektir.
Devletin kendisine verdiği yetkileri kişisel çıkarları için kullanan yöneticiler vardır. Çıkarları için halka zulmeden, hatta devletin parçalanmasına ve çökmesine göz yuman insanlar her devirde az veya çok mevcut olmuştur. Devletini ve halkını soyan bu insanlar öyle güçlü ve nüfuzludur ki onları halkın çoğunluğu şerefli, vatansever zanneder. Fakat Victor Hugo’nun Sefiller romanında anlattığı, bir parça ekmek çalan kişi zindanlarda sürünür, kürek mahkûmu olur. Ziya Paşa her devirde, her toplumda görülen bu acı sosyal gerçeği çerçevelenip duvara asılması gereken bir beyitle ifade etmiş:
Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efraz
Birkaç kuruşu mürtekibin cây-ı kürektir.
(Milyonla çalanlar yüksek ve şerefli mevkilerde baş dik, alnı açık olarak bulunur; birkaç kuruş çalan hırsız ise kürek cezasına çarptırılır.)
Bu beyitte anlatılanların doğruluğu şu son yirmi yılda kaç defa kanıtlandı değil mi? Ziya Paşa uyanıp da günümüze dönse “Hiçbir şey değişmemiş; boşuna yazmışım.” diye hayıflanmaz mı?
Milletimiz ruh asaletine önem verir. İnsanları dış görünüşüyle değil karakteriyle değerlendirmeye çalışır. Sonradan görmeleri, dönekleri sevmez. Biçim yönünden başka milletleri taklit edenler, dış görünüşleriyle başkalarını etkilemeye çalışanlar edebiyatımızda sürekli eleştirilmiş ve onlarla alay edilmiştir. Çünkü herkes bilir ki kılık kıyafetle bilgin, komutan, bey, hanımefendi olunamaz. Asalet insanın içindedir. Bir atasözümüzün dediği gibi insan yedisinde ne ise yetmişinde de odur. Ziya Paşa halkımızın bu konulardaki düşüncelerini özlü ve özgün bir ifadeyle şöyle anlatmış:
Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma
Zer-dûz palan vursan eşek yine eşektir
(Kötü asıllı birine üniforma soyluluk mu verir; eşeğe altın işlemeli semer vursan yine eşektir. )
Terkib-i Bend’in 10. bendi sosyal içerikli beyitlerden oluşmaktadır. Bu bentlerde konu Batı taklitçiliği, kendi vatanını ve milletini küçük görüp yabancılara şikâyet etmek, hainleri ve hırsızları korumak gibi günümüzde de görülen sorunlardır. Ziya Paşa bazı ters uygulama ve anlayışların yeni çıktığını söylemektedir. Fakat bu olumsuzluklar günümüzde de devam etmektedir. Eski, kemikleşmiş, adeta kangren olmuş sorunlardır bunlar ve derhal neşterle kesilip atılmalıdır. Bu bendin ilk beyti şudur:
İkbâl için ahbabı siayet yeni çıktı
Bilmez idik evvel bu dirayet yeni çıktı
(Yüksek mevkilere erişebilmek için dostlarını çekiştirmek yeni çıktı; önceden bilmezdik, bu türden hüner ve beceri yeni çıktı.)
Sirkat çoğalıp lâfz-ı sadâkat modalandı
Nâmus tamam oldu hamiyyet yeni çıktı
(Hırsızlık çoğalıp sadakat sözü moda haline geldi, namusu bitirdik, hamiyet yeni çıktı)
Düşmanlara ahbâbını zemm oldu zerafet
Dildardan ağyâra şikâyet yeni çıktı
(Düşmanlara dostları yermek bir incelik oldu; başkalarına gönül dostlarından şikayet yeni çıktı)
İş ve memuriyet hayatı olan herkes Ziya Paşa’nın ne kadar haklı olduğunu çok iyi bilir. Özellikle yükselme hırsıyla yanıp tutuşan bazı insanlar çok çalışıp yeteneklerini göstermek yerine koltuğuna göz diktiği amirlerini, çalışma arkadaşlarını kötülemeye çalışır. Daha sonra koltuk kapma uğruna yağcılık, yardakçılık, kayırma, karalama, itham ve ihanet başlar.
Sâdıkları tahkir ile red kaide oldu
Hırsızlara ikram ü inayet yeni çıktı
(Allah’a ve vatanına sadık olanları aşağılamak ve onları reddetmek kural hâline geldi, hırsızlara ikramda bulunmak ve yardım etmek yeni çıktı.)
Hak söyleyen evvel dahi menfur idi gerçi
Hainlere amma ki riayet yeni çıktı
(Gerçi eskiden de doğruyu söyleyenlerden nefret edilirdi ama hainlere saygı göstermek, onları koruyup kollamak, onların emirlerine uymak yeni çıktı.)
Milliyeti nisyan ederek her işimizde
Efkâr-ı Frenge tebaiyyet yeni çıktı
(Yaptığımız her işte millî birlik ve şahsiyeti unutarak Avrupalıların fikirlerine uymak yeni çıktı.)
Ziya Paşa nur içinde yatsın. Keşke günümüzde de Ziya Paşalar olsaydı. Olsaydı da çarpıklıkları, kokuşmuşlukları böyle güzel şiirlerle haykırsaydı…
Eyvah bu bâzîçede bizler yine yandık
Zîra ki ziyan ortada bilmem ne kazandık
(Eyvah bu oyunda bizler yine yandık, çünkü zarar ortada bu konuda bilmem biz ne kazandık)
Ziya Paşa’nın Terkib-i Bendinden Unutulmaz Beyitler
Alıntıdır: http://edebiyatogretmenii.blogcu.com/ziya-pasa-nin-terkib-i-bendinden-unutulmaz-beyitler/4529535 Teşekkürler.